İnalcık’ın bütün bir Osmanlı sisteminin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. birçok yönünü yıllarca arşiv belgeleri arasında inceledikten sonra, Osmanlıların adalet anlayışının sadece siyasal alanla sınırlı olmayıp başta ekonomi olmak üzere hayatın diğer alanlarıyla da olan ilgisini keşfetmesi, bir bilim adamının ötesinde, bir bilge olduğunu anlamamız için yeterlidir.
İbrahim Ethem Gören / Dünya Bülteni
Osmanlı tarihçisi, İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Bulut’la geçtiğimiz yıl vefat eden hocası, Tarihçilerin Kutbu; Şeyhü’l-Müverrihin Halil İnalcık özelinde vefat yıl dönümünde rahmeti vesile kılarak hasbihal ettik.
İbrahim Ethem Gören: Mehmet Hocam. Öncelikle vefat yıldönümünde Halil İnalcık Merhuma HakkTeala’dan rahmet niyaz ediyorum. Ruhu şâd; mekânı âli olsun. Halil İnalcık’a cemiyetimizin takdim ettiği unvanlarından biri Şeyhü’l-Müverrihîn. Bir asır boyunca Osmanlı’yı gündeminden düşürmeyen Halil Bey merhum Osmanlı’nın sırrını çözebildi mi?
Prof. Dr. Mehmet Bulut: Elbette çözdü İbrahim Ethem Bey. Malumunuz Merhum Prof. Dr. Halil İnalcık Hoca Şeyhü’l-Müverrihîn; tarihçilerin şeyhi olarak bilinir. Hakikaten öyledir. 1916-2016 yılları arasında velüd ve bereketli bir hayat sürmüş olan Halil İnalcık Hocamız devrinin; 20. yüzyılın en büyük tarihçisidir.
Mutlak bir tarihçimidir?
Mutlak, ya da hususi bir maddeyle mukayyet bir tarihçi değildir. O, mücerret tarihçi değildir.
Peki nedir?
Hem hukuk tarihçisidir, hem iktisat tarihçisidir, hem siyaset tarihçisidir, hem de edebiyat tarihçisidir. Bu hususta ittifak vardır. Bir gün hocama sordular: “Efendim Osmanlı’nın sırrı nedir. Bir cümle ile izah eder misiniz?” Hocam bu suale “İlme ve âlime verdikleri değerdir ve gösterdikleri hörmettir” şeklinde cevapladı.
Şüphesiz Osmanlı ilme ve âlime olan hürmeti sebebiyle bu kadar uzun süre hükümranlığını devam ettirdi.
Osmanlı’da ilim kurumunun başında bulunan Şeyhülislâm’a hürmet esastı. Sadrazam (Başbakan) protokolde Şeyhülislâm’dan önde olduğu halde bayramlarda ilk önce Şeyhülislâm’ı ziyaret etmek için önce evine gider, sonra da Şeyhülislam Sadrazamın evine kabul edilirdi.
Şeyhülislam yargının başıydı, hukukun ve adaletin reisiydi. Osmanlı’da Şeyhülislâmlık müessesesi günümüzde YÖK’ü de MEB’i de, Üniversite kurumlarını da, Yargıtay’ı da içine alan geniş bir üst karar ve otorite mercii idi.
Günümüz ilim dünyasında “Osmanlı tarihi denilince”evvel emirde akla Halil İnalcık’ın ismi tedai ediyor. Bu hususta neler söylemek istersiniz?
Günümüz dünyasında Osmanlı tarihi denilince evvelemirde Halil inalcık’ın ismi akla gelir
Günümüz bilim dünyasında, Osmanlı tarihi alanında hem Türkiye’de ve hem de dünyada tartışmasız ilk akla gelen isim Halil İnalcık’tır. Dünya tarihçiliğinde William McNeill; medeniyet tarihçiliğinde Arnold Toynbee; Akdeniz tarihçiliğinde FernandBraudel bilim camiasının zihin dünyasında neye tekabül ediyorsa, Osmanlı dünyasının tarihsel gerçekliğinin anlaşılmasında da Halil İnalcık en az o düzeyde bir önemi ifade etmektedir.
Müslümanlar/Osmanlılar bir şehri ya da ülkeyi fethettiklerinde orayı nasıl imar ederlerdi? Halil İnalcık’a göre İslam/Osmanlı medeniyetine mensup bir şehrin belirgin özellikleri nelerdi?
Halil İnalcık Hocamız çalışmalarında bahsettiğiniz önemli sorulara cevap aramıştır.Nitekim,İnalcık, “İstanbul: Bir İslam Şehri” başlığını taşıyan makalesinde, fıkıh ve hadis gibi İslam’ın temel alanlarına derin vukufiyeti bulunan güçlü bir İslam tarihçisinin yapabileceği derinlikte bir analizle, öncelikle bir İslam şehir modelini tasvir etmiş; tarihte “Constantinople” adını taşıyan şehrin, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453 yılında fethedildikten sonra adım adım nasıl bir İslam şehri -İslambol- haline getirildiğini şu cümlelerle anlatmıştır: “Şehrin bir tarafta bedesten, ana çarşı, dükkanlar ve kervansaraylar ile ticari-sınai bir bölgeye, diğer taraftan da yerel cami etrafında tanzim edilen mahalle topluluklarıyla bir yerleşim bölgesine ayrılması tamamen İslami kavramlara dayanmaktaydı. Her biri mahalle cemaati arasından seçilen bir imam veya kethüdanın idaresinde özerk bir topluluk olarak düzenlenen mahallelerden oluşmaktaydı. Mahallenin oluşumunda nesil değil, din merkezi rolü üstlenmekteydi. Kadı, gerektiğinde cemaatle ilgili bir karar vermek için mahalle imamlarını veya şehir kethüdalarını meclisine çağırırdı”.
OSMANLI TARİHİ ANLAŞILMADAN DÜNYA TARİHİ ANLAŞILAMAZ
Halil İnalcık, Osmanlı tarihi anlaşılmadan dünya tarihinin anlaşılamayacağını, yurt içi ve yurt dışındaki tüm bilim camiasına kabul ettiren “Şeyhü’l-Müverrihin”dir. 20. yüzyılda hâkim olan güçlü paradigmanın da etkisiyle, belli bir ideolojiye bağlı kalarak kaleme alınan Osmanlı ve Türk tarih yazımını, yeni bir anlayışla, arşiv belgelerinden hareketle ele alan, bir asırlık ömründe onlarca hoca yetiştiren, imrenilesi bir ilim yolculuğu sonunda yüzlerce eserle “hocaların hocası” ünvanlını hak eden bir “âlim”dir.
Akademi dünyasında aşırı bir ihtisaslaşmanın varlığından söz edebilir miyiz?
“Meseleyi kavrama ve anlama” problemi son dönemlerde sosyal bilimler alanında yapılan önemli tartışmalardan biri. Bu aslında aşırı ihtisaslaşmanın doğurduğu problemdir. Bir sosyal olay ve/veya olgunun tarihsel, sosyolojik, kültürel, ekonomik, politik, bölgesel vb. bir çok yönü olduğu bilinmekle birlikte, herhangi bir alanın uzmanının bakışına göre, aynı olay ve/veya olgu çok farklı şekillerde değerlendirilebilmektedir.
Bahsettiğiniz meselenin arka planında neler var?
Bu sorunun temel nedenlerinden birisi, hiç şüphesiz belli bir alanın uzmanının diğer alanlarla ilgili çok sınırlı bilgiye sahip olmasıdır. Oysa çok uzun değil, bundan yüz yıl öncesine kadar bir sosyal bilimcinin, uzmanlık alanının dışında da otoriteydi. Uzmanlık sahasıyla birlikte matematik, fizik, astronomi gibi fen alanlarında da bilgisi bulunmaktaydı.
Birkaç asır öncesinin âlimiyle günümüz bilim alanı hangi noktalardan ayrışmakta?
Onları günümüz bilim insanlarından ayıran önemli vasıflarından biri, “bilge” (âlim) olmalarıydı. Günümüzde belli bir alanın yanında, diğer pek çok alanda da neredeyse alan uzmanları kadar bilgiye sahip olan nesil giderek kaybolmaktadır.
Halil İnalcık, bahsettiğiniz âlim prototipinin son temsilcilerinden biriydi, belki de son temsilcisiydi…
Bittabi. Halil İnalcık, sosyal bilimler alanında, özellikle de iktisat tarihine katkılarıyla, bahsettiğimiz Osmanlı alim tipolojisinin son örneklerinden biridir.
Halil Hoca selefleri Köprülü ve Barkan gibi belgelerin diliyle konuşurdu. Bu özelliğine dair neler söylemek istersiniz?
Cumhuriyet döneminde belli tasarım ve ön kabullere dayanan, masa başı, romantik ve ideolojik tarih anlayışlarının terk edilmesinde en önemli rolü oynayan kişilerin başında Halil İnalcık gelir. Bahsettiğimiz gibi Fuat Köprülü ve Ömer Lütfi Barkan’ın başlattığı belgeye ve kanıta dayalı tarih yazımı geleneğinin Türkiye’de günümüzdeki en önemli temsilcisi, hiç şüphesiz Halil İnalcık’tır. Anılan iki yerli tarihçiden her zaman gıpta ile söz eden ve talebeleri olmaktan onur duyduğunu açıkça belirten Halil İnalcık’ın bu iki büyük değerden önemli bir farkı da, dünyaya mâl olan bir Osmanlı tarihçisi olarak, bu alanda çalışan birçok yerli talebenin yanında, bir o kadar da yabancı talebe yetiştirmiş olması ve yazdığı eserlerin birçok dünya diline çevrilmesidir.
İnalcık Hoca kitap ve makalelerinde zamanı ve mekânı bir araya getiriyor; adeta bütünleştiriyordu. Bu bağlamdaki düşüncelerinizi almak isterim.
Toplumların tarihsel gerçekliklerinin “uzun dönem” (longduree) yaklaşımıyla bir arada değerlendirilmesi gerektiğini benimseyen Annales ekolünün ilk uygulayıcıları olarak kabul edilen bu kuşağın en önemli halkalarından biri olarak değerlendirilmesi, hakkın teslimi anlamında ayrı bir önemi haizdir. Belgeyle doğrulanmış bilgiden yoksun sosyolojik ve ideolojik değerlendirmelerin, Osmanlı gerçekliğinin anlaşılmasını kolaylaştırmak yerine gittikçe güçleştireceğine inanan İnalcık, zaman ve mekân bütünlüğünün önemine güçlü bir değer atfetmektedir.
Bilgelik sıfatı hocanız için vaz edilmiş dersek sezadır…
Hocam bilge bir âlimdi. Halil İnalcık’ın çalışmaları, başta tarih olmak üzere sosyal bilimlerin değişik alanlarında önemli eserler veren bir âlimin geniş ilgisine işaret etmektedir. İnalcık’ın bütün bir Osmanlı sisteminin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. birçok yönünü yıllarca arşiv belgeleri arasında inceledikten sonra, Osmanlıların adalet anlayışının sadece siyasal alanla sınırlı olmayıp başta ekonomi olmak üzere hayatın diğer alanlarıyla da olan ilgisini keşfetmesi, bir bilim adamının ötesinde, bir bilge olduğunu anlamamız için yeterlidir.
Halil İnalcık’tan Osmanlı Cihan Devleti’nin yönetimine dair neler anladık?
Sultanın makamından çıkan fermanlar, Devlet-i Aliye’nin şehrin en kenar mahallesindeki sakininden kırsalın en ücra köşelerindeki köylü üreticiye kadar tüm ahalinin kendini güven içinde hissettiği ve eğer bir yanlışlık söz konusu ise “adalet”in mutlaka bir gün tecelli edeceği inancıyla hayat mücadelesine devam ettiği bir atmosferin hâkimiyetine neden olmuştur. Osmanlı sultanlarının yayınladıkları “Adaletname”lerin, günümüzde kırktan fazla devletin yaşadığı geniş Osmanlı coğrafyasındaki çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli bu toplumdaki esnaf, tüccar ve köylülerin yüzyıllarca kendilerini güven içinde hissetmeleri ve hayata değer katarak bir hayat sürmelerinde ne derece önemli rol oynadığını, bugün Halil İnalcık sayesinde daha iyi anlayabiliyoruz.
Hocanız adaletmaneleri nasıl tarif ve tavsif ediyordu?
Halil İnalcıkadaletname kavramınışu şekilde tanımlamaktaydı: Devlet otoritesini temsil edenlerin, reayaya karşı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını, kanun, hak ve adalete aykırı tutumlarını, olağanüstü tedbirlerle yasaklayan beyanname şeklinde bir padişah hükmüdür. Burada, hükümdarın, bütün otoriteler, kanunlar ve nizamlar üstünde olan mutlak otoritesi, bir haksızlığı bertaraf etmek için en son tedbir olarak ortaya çıkmaktadır. İnalcık’ınüstünde durduğu Osmanlı devlet anlayışına göre, ortaya çıkan haksız durumlar ve hoşnutsuzlukların bertaraf edilmesi ancak padişahın “adil” olmasıile, yani halkın üzerinden zulmü gidermek, kuvvetlinin zayıfı ezmesine meydan vermemek, tebaanın can ve malını emniyette bulundurmakla mümkündür.
Halil Hoca Osmanlı ekonomisini nasıl görüyordu?
Ona göre Osmanlı ekonomisi klasik, erken modern ve modern dönemlerde tarım sektörünün hakim olduğu bir ekonomiydi.
Dönemleri açar mısınız?
Elbette. Halil İnalcık Osmanlı ekonomisinin klasik dönemini 1300-1600 dönemi olarak kabul eder. Hocam, 20. yüzyılın ortalarında Türkiye’deki iktisat tarihi araştırmaları ve yazımında hakim paradigma ile ciddi bir biçimde hesaplaşmaya girmiştir.
Mezkur hesaplaşmaya bir örnek verir misiniz?
İnalcık, tarımsal alanda uygulanan Osmanlı tımar sisteminin Avrupa’daki feodaliteden birçok yönüyle farklı olduğunu belgelere dayalı olarak ispat etmiştir.
Bu noktada Sultanlarla Krallar arasında ne türden farklar var?
Ona göre Sultanlarla Krallar arasındaki en önemli fark Osmanlı’nın “adalet” anlayışı ve “adaletnameler”dir.
Halil Hoca, Sipahi ile yerel feodal beyler arasında esasta farklılıklar olduğunu ve Osmanlı köylüsü ile Avrupa’daki feodal sistemde yaşayan köylüler arasında sahip oldukları haklar ve güvenceler bakımından çok temel farklar bulunduğunu ortaya koymuştur.
Osmanlılar, bir taraftan şehirde esnaf loncalarını imparatorluktaki en temel kentsel kurum olarak görürken, diğer taraftan aile emeğine dayalı köylü çiftliğini de tarımsal üretim ve kırsal toplumun gerçek temeli olarak görüyorlardı. İnalcık, Osmanlı’nın olağanüstü zengin ve sistemli tahrirleri sayesinde, çift-hane sistemine dayalı Osmanlı kırsal toplumunu tahlil etmiştir.
Çift-hane sistemi için de bir paragraf açar mısınız?
Tabii ki. Halil İnalcık Bey, bu konuda da belgelerden teori geliştirmeye çalışmıştır.
Nasıl bir teori?
Şöyle ki, standart bir birimi, bir çift öküzle sürülebilecek büyüklükte bir çiftlik ve onu tasarruf eden evli bir köylü (hane) ile tanımlıyordu.
Bu teorinin ya da sistemin temel unsurları nelerdi?
İnalcık’ın Osmanlı Tarihi literatürünekazandırdığıçift-hane birimi üç unsurdan oluşmaktaydı: Emek gücü olan hane halkı, koşum gücü olan bir çift öküz ve bu iki unsurun işleyip tasarruf edebileceği toprak alanı.
İnalcık’a göre bir çiftlik, hem bir aileyi besleyecek, hem de yeniden üretim masrafları çıktıktan sonra vergiyi karşılayacak bir ürün fazlası bırakabilmeliydi. Bu üç unsur, Osmanlı’da bölünmez bir tarım ve mali gelir birimiydi.
OSMANLI CİHAN DEVLETİ’NDE ÇİFTLİK BİRİMİNİN BÖLÜNMEZLİĞİ KANUN HÜKMÜNDEYDİ
Sistemde devamlık nasıl temin ediliyordu?
Toprağın devlete ait olması, çift-hane sisteminin devamlılığınısağlıyordu. Köylü bu durumda daimi bir kiracı pozisyonundaydı. İnalcık’ın tespitine göre çiftlik biriminin bölünmezliği, kanun hükmündeydi. Devlet, bu sistemde temsilcilerinin köylü hanelerine ayrılmış arazileri işgal etmelerini ve ekmelerini kesinlikle yasaklamıştı.
Mirasa konu olmayan ve mirasçılar arasında bölünmeye konu edilemeyen çift-hane sistemindeki bu topraklar, yüzyıllar boyunca “optimum iktisadi üretim birimi” olarak Osmanlı dünyasında, bir anlamda sistemin istikrarında en önemli unsurlardan biri olarak yer aldı. Aynı dönemlerde Avrupa coğrafyasında tarımsal üretimdeki dengesizlikler ve kıtlıkların etkisiyle ortaya çıkan iktisadi ve sosyal dengesizliklerin maliyeti dikkate alındığında, bu sistemin önemi daha iyi anlaşılabilecektir.
Son olarak İnalcık Hoca Doğu ile Batı arasındaki iktisadi anlayış farkını nasıl izah etmiştir?
Müsaadenizle şöyle özetlemek isterim. Doğulular, siyasal iktidarın, hükümdarın merkezi imparatorluk hazinesinde ne kadar altın ve gümüş̧biriktirebildiğinebağlıolduğunu; dolayısıyla vergi yükümlülerinin zenginleşip o hazineyi besleyecek duruma gelebilmeleri amacıyla korunmalarıgerektiğini kabul ediyorlardı. Merkantilistler buna yeni bir fikir ekleyerek, altın ve gümüş̧ birikiminin yerli sanayilerde ve ihracatta sürekli bir büyümeyle sağlanacakelverişli bir ticaret dengesine bağlıolduğunuöne sürdüler. İşte bu fikir, Batı’yıözellikle 18. yüzyılda Doğu ekonomilerinden farklılaşmaya, sanayi devrimine ve serbest piyasa ekonomisine götürdü.
İnalcık’a göre bazı benzerliklere rağmen, Osmanlı ile Batı arasında zihniyet farklılığı mevcuttur. Osmanlı için amaç, toplumdaki bireylerin refahınısağlamak ve temel ihtiyaçlarına ulaşmalarını temin etmek iken, Batı’daki zihniyet daha çok üretmek ve daha çok gelir elde etmektir. İnalcık’a göre aradaki temel fark, aslında Batı’nın anonim şirketgibi davranmaya başlamasıydı. Gerçekten de Levant ticaretinin büyük önem taşıması ve Batı’nın bunu kendi çıkarları için en iyi şekilde kullanması ve ticaret zihniyetini ilerletmesi, temel farkın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.