TIMEBALKAN haber portalına özel röportaj veren Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Balkanlar Danışmanı Sabri Demiri, 15 Temmuz sonrası FETÖ’ya karşı gösterdikleri duruş nedeniyle Balkanlar’daki soydaş ve akraba topluluklarına teşekkür ettiğini kaydederek “Bu darbe ile sadece Türkiye Cumhuriyeti değil dünyanın farklı coğrafyalarında olduğu gibi Balkan insanının da umutları yok edilmek ve Türkiye ile olan derin bağlarının koparılması amaçlanmıştı” ifadelerini kullandı. Röportajda doğduğu topraklara da değinen Sabri Demiri, “Ankara’dan Üsküp, Balkanların en önemli şehirlerinden biri olarak görülmektedir. Hem tarihsel hem de güncel bölge siyasetinin önemli merkezlerinden biridir Üsküp.” şeklinde konuştu.
Röportaj: TİMEBALKAN
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a uzun yıllar Balkanlar konusunda danışmanlık yapmaktasınız. Üsküplü biri olarak bu pozisyonda olmak size daha fazla sorumluluk yüklüyor mu?
Doğup büyüdüğüm, çocukluk yıllarımın geçtiği Üsküp’ten Üniversite eğitimi için İstanbul’a gittiğimde zaten zihnimde kendi coğrafyamı İstanbul’a taşımıştım. Zira İstanbul’da Üsküp’ü, Tiran’ı, Priştine’yi, Saraybosna’yı, Gümülcine’yi, Kırcaali’yi, Sancak’ı yaşamaya devam ediyordum. Ayrıca İstanbul’da zaten Balkan şehirlerinden buraya göç eden milyonlarca insanı görünce bu bölgeye ilgimin azalması mümkün değildi. Buradaki Rumeli göçmenlerinin çoğu kendi memleketlerine dair o kadar güçlü duygular içindeydi ki, bu coğrafya ile ilgili birşeyler yapmaya zorluyordu bizleri. Balkanlardan gelen öğrencilere bu coğrafyada okumak farklı şeyler öğretir. Mesela Balkanlar çok fazla farklı dini, etnik ve kültürel unsuru içinde barındırır. Ancak bu unsurlar arasında hoşgörü ve birlikte yaşama ahlakından ziyade küçük grupların mikro milliyetçiliği ön plandadır. İstanbul mesela burada okuyan bir Balkanlı öğrenciye kardeşlik, birlikte yaşama ahlakı, yardımseverlik, karşılıksız destek verebilme gibi güçlü duyguları öğretir. Sonra sen İstanbul’dan kendi memleketine farklı bakmaya çalışırsın. Müslümanlara karşı da oradaki Ortodoks ya da Katolik Hristiyanlara karşı da bakışların değişir. Daha bütüncül bakmaya çalışırsın. Dolayısıyla da memleketindeki sorunlara çözüm bulunabileceğine inanmaya başlarsın. İstanbul’da açıkçası böyle bir serüvenim vardı. Zihnimdeki bu düşünceler kendi doğup, büyüdüğüm bölgeye dair bana ister istemez bir sorumluluk yükledi. Eğitim sürecinde Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yakından takip etmekteydim. Siyasi arenada o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olarak görev yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın özel ve önemli bir şahsiyet olduğu aşikardı. Konuşmalarını takip edip katıldığı proğramlara iştirak etmeye başlamıştım. Cumhurbaşkanımızın o dönemde yaptığı konuşmalarında Balkanlara ve bölge insanına olan sevgisi ve ilgisi her fırsatta yansımaktaydı. Recep Tayyip Erdoğan ile yakından tanışmamız ise eşimin ve ailesinin sayesinde olmuştur. O ailede Erdoğan’a büyük sevgi ve güven tesis edilmişti. Bahsettiğim yıllar 1997 ve o yıllarda şahit olduğum ilginç hatıraya değinmedem geçemeyeceğim. Kayınpederimin işyerinde beslediği papağan vardı ve o papağanın tek bildiği ifade “Tayyip Başbakan”dı. Yani o dönemde bile millet Erdoğan’ın bir dünya lideri olarak doğacağına inanmış, Türk milletinin umudu ve geleceği olacağı zihinlere kazınmıştı. Tabi bu inanç ve güven bize de aşılanmıştı. 2000 yılında ise ikah şahitliğimi yapan Cumhurbaşkanımız ve diğer misafirlerle yeni bir oluşum yani AK Parti’nin kuruluşu masada konuşulmaya başlanmıştı. O dönemden sonra biz de bu oluşumun hep yanında olduk, parti içi bölgesel görevler üstlendik ve akabinde 2009 yılında Başbakanlık Müşaviri olarak ilk resmi görevimize başlayıp 2014 yılında da Cumhurbaşkanlığı Danışmanı görevine atandık.
Son 15 yılda, Türkiye’nin Balkanlara yönelik yaklaşımında ciddi bir değişim oldu. Bölgeye yönelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde yeni açılımlar olurken, soydaş ve akraba topluluklarına olan destekler de arttı. Bu ivmeyi göz ününde bulundurarak Türkiye’nin Balkanlar politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu noktada derin bir hassasiyeti olduğunu ifade edebilirim. Balkanların istikrar ve refahı Türkiye’nin istikrar ve rafahı kadar önemlidir. Türkiye’nin Balkanlar politikası bu temel ilkeye göre şekillenmiştir. Bu nedenle son yıllarda Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu iradenin bir neticesi olarak TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet, Yurtdışı Türkler Başkanlığı, Maarif Vakfı gibi kurumlar Türkiye’den ziyade bölge insanının hizmetinde olan kurumlardır. Mesela TİKA’nın yaptığı kalkınma yardımları doğrudan Balkan insanının hayatına temas etmektedir. Yunus Emre’nin kültürel alandaki etkinlikleri, Diyanet’in dini alandaki hizmetleri bunlar hepsi bölge insanının yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik hizmet sunmaktadır. Yurtdışı Türkler Başkanlığı Balkanlardan gelen öğrencilere burs desteği sunup eğitimli ve nitelikli birer birey haline gelerek memleketlerine dönmelerine imkan sunmaktadır. Bu da doğrudan Balkanlı ailelerin hayatına dokunacak bir katkıdır. Şimdilerde Maarif Vakfı da faaliyete başladı. Bu vakıf da Balkan insanına Türkiye’den gelen nitelikli bir eğitim sistemini sunmak için çalışmalar yapmaktadır. Bunun dışında sağlık, spor, akademi vs. gibi alanlarda da çok sayıda etkinlik düzenlenmektedir. Bakınız saydığım tüm bu kurumlar ve etkinlikler Balkan insanının hizmetindedir. Dolayısıyla sadece bu kurumların faaliyetlerine ve sundukları desteğin niteliğine bakıldığında Türkiye’nin Balkanlar politikası anlaşılacaktır. Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle Türkiye’nin Balkanlar’a karşı sorumlulukları vardır. Dolayısıyla Türkiye’nin Balkanların istikrarı, huzuru ve refahı için bölgeye tüm kurumlarıyla destek vermek dışında bir amaç gütmeyen bir bölge stratejisi vardır.
15 Temmuz hain darbe girişimi Türk milletini olduğu kadar Balkanlarda yaşayan başta soydaş Türkleri ve diğer akraba toplulukları derinden etkiledi. Bu kanlı darbenin faili olan FETÖ ile mücadele noktasında Balkanlarda ne gibi bir strateji izlenecek?
Öncelikle 15 Temmuz sonrası FETÖ’ya karşı gösterdikleri duruş nedeniyle buradan Balkanlar’daki soydaş ve akraba topluluklarına teşekkür etmek istiyorum. FETÖ’ya karşı olan bu tavır ve yine bu bölge insanının bize olan desteği çok önemliydi. Zira bu darbe ile sadece Türkiye Cumhuriyeti değil dünyanın farklı coğrafyalarında olduğu gibi Balkan insanının da umutları yok edilmek ve Türkiye ile olan derin bağlarının koparılması amaçlanmıştı. Bu nedenle 15 Temmuz’un hedefi Türkiye olsa da bu hain FETÖ’cü darbe başarılı olsaydı etkileri Türkiye sınırlarını aşacaktı.
Bu meselenin bir ikinci ayağı var ki bu çok daha kritiktir. Uzun yıllar Balkan insanı FETÖ’ya ait kurumlara Türkiye’den geldikleri için itibar etmiştir. Oysa bu hain örgüt referans olarak kullandığı kendi ülkesine ihanet edip masum insanları şehit etmiştir. Ancak artık neredeyse herkes FETÖ’nun kirli ajandasını farketti. Masum görünümlü faaliyetlerle kendini maskeleyerek hareket eden ve kendini gizleyen bu hain örgütün kime ve neye hizmet ettiği 15 Temmuz’dan sonra Balkanlar’da da anlaşılmıştır. Bu da malum örgütün bu bölgede zayıflamaya başlaması için önemli bir nedendir. Maarif Vakfı, kısa süre içerisinde hem bu örgütün kapatılacak okullarını devr alıp hem de yeni okullar açıp bölge insanına daha eğitim hizmeti sunmaya başlayacak. Bu açıdan insanlar artık kandırılmayacak. Maarif Vakfı gerçek anlamda Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir kurumu olması bölge insanı için çok önemli. En kısa zamanda bu tür eğitim faaliyetleri hızlanınca zaten FETÖ’nün bu bölgedeki zemini kaybolacak.
Bir başka önemli konu da son dönemlerde FETÖ’nün Balkanlar’daki Türkiye karşıtlarına Türkiye aleyhine yazılar yazdırarak, algı operasyonları yapmaya çalışmasıdır. Tipik bir hain ve illegal örgüt tarzının örneğidir bu. Bu şekilde Türkiye’nin Balkanlarla olan güçlü münasebetlerini bozmaya çalışıyorlar. Bunu yapmalarının nedeni de kendilerini koruma altına almak istemeleridir. Balkanlar’da Türkiye’ye önyargılı yaklaşan birçok unsurun olduğu biliniyor. Hem Türkiye hem de dünyanın farklı bölgelerinde olduğu gibi Balkanlarda da FETÖ örgütü Türkiye karşıtlarıyla işbirliği yaparak, onları destekleyerek Türkiye düşmanlığının yaygınlaşmasını amaçlıyorlar. Böylece kendilerine emniyetli bir alan oluşturacaklarını zannediyorlar. Ancak bu beyhude bir çabadır. Zira FETÖ sadece Türkiye’nin değil Türkiye’yi seven herkesin nazarında hain bir terör örgütüdür. Dolayısıyla ne yaparlarsa yapsınlar Balkanlarda yerelde karşılık bulamayacaklar.
Balkanlarda ve özellikle de Makedonya’da soydaş ve akraba topluluklarının siyasi ve sivil toplum alanındaki faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hepsini yakından takip ettiğimi söyleyebilirim. Burada ve Balkanlardaki tüm soydaşlar Türkiye’nin birer emanetidir. Türkiye’yi “anavatanı” olarak gören soydaşlar zaten her zaman Türkiye’nin önemsediği bir noktadadır. Balkanlardaki akraba ve soydaşlar sivil toplum alanında son yıllarda büyük atılımlar yaptı. Bunu memnuniyetle gözlemliyoruz. Kültürel alanda eğitim ya da iş dünyası alanında sivil toplumun gittikçe daha fazla söz sahibi olmaya başlaması çok önemli bir gelişme. Bu şekilde herşey tek başına siyasetin kıskacında olmaktan çıkıyor. İnsan yetiştirmeye yönelik ciddi projelerin de yapıldığını görüyoruz. Bu anlamda hem Türkiye’nin desteğinin daha fazla hem de buradaki çalışmaların daha verimli olabilmesini sağlayacak çalışmalara yönelmek isabetli olabilir. Zira burada yapılacak en büyük yatırım nitelikli insan kaynağına yapılacak yatırım olmalıdır. Balkan ülkelerinin entelektüel, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda kendine özgü engin bir deneyimi var. Ancak bu alanlarda daha ülkeleri daha ileriye taşıyacak kadroların yetişmesi için sivil toplum biraz daha fazla inisiyatif almalıdır. Küçük siyasi tartışmalarla meşgul olan Balkan siyaseti ne yazık ki bu konularda kafa yormaya çok fazla fırsat bulamıyor. Halbuki Balkanlar farklılıklarıyla zengin bir coğrafya ve küçük, ancak akıllı adımlarla bölgede hedeflenen istikrar ve refah seviyesi yakalanabilir. Sivil toplum bu pozitif, ümitvar, höşgörüyü ve niteliği önceleyen bilincin oluşması için ön ayak olmalıdır. Yoksa gündelik siyasi ve etnik tartışmalara hapsolmak bu bölgenin geleceğini karartır. Pozitif ajandalara odaklanmak lazım. Makedonya’daki Türk sivil toplumunun bu konularda adım atacak birikime de sahiptir. Bu diğer etnik unsurlar için de geçerli. Birbirleri ile didişmekten ziyade geleceğe yönelik birşeyler inşa etmek lazım.
Referandum sonrası, Balkanlar politikasında değişiklikler beklenebilir mi?
Referandum sonrası Türkiye’nin Balkanlar politikasında büyük bir değişiklik olmayacağını ifade edebilirim. Ancak referandumdan “evet” çıkması halinde Türkiye’nin Balkanlar politikasına uygun olacak adımlar eskisine göre çok daha hızlı ve etkili atılacağını düşünüyorum. Anayasa değişikliği için yapılacak olan referandumda “evet”in aslında en güçlü argümanlarından biri de budur. Türkiye’nin hem iç hem dış politikada icraat hızı artacak. Artık bürokrasinin o karmaşık mekanizması devreye girip dış politika alanındaki icraatlar yavaşlatılamayacak. Mevcut sistemde halkın hükümete verdiği yetkinin sistemdeki sorunlar yüzünden kolayca icraate dönüşemediği görülmektedir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi ile sistem, çift başlı bir yönetim modeline dönüştü. Bu belki şu aşamada Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki uyum nedeniyle soruna dönüşmedi. Ancak bu sistemin ciddi bir kriz üretme potansiyeli şahıslara bağlı olmaması gereken sistemsel bir sorundur. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı yönetim modeline geçiş konusundaki ısrarı kendi ülkesinin geleceğine dair işleyebilir, krizlere mahal vermeyen bir sistemin inşa edilmesini amaçlamaktan başka bir amacı kesinlikle yoktur. Cumhurbaşkanımız (Allah uzun ömürler versin) arkasından ülkesini kriz üretme potansiyeli olan değil, “işlevsel bir sisteme” emanet etmek istiyor. Bütün mesele bu. Dolayısıyla mevcut sistemin arızlarından kaynaklanan sorunlar yeni yönetim modelinde olmayacak. Bu nedenle referandumdan evet çıkması Türkiye için olduğu kadar Balkanlar için de hayırlı olacağını belirtmeliyim. Bekletilen ya da yavaşlatılan birçok projeye olan destekler yeni sistemde artık çok daha hızlı ve etkili bir biçimde hayata geçirilebilecek.
Birçok açıdan farklı özellikleri olan, hem Türkiye siyasetinin merkezi hem de dünya siyasetinin önemli şehirlerinden biri olan Ankara’dan Üsküp nasıl görünüyor?
En başında, Ankara’dan Üsküp, Balkanların en önemli şehirlerinden biri olarak görülmektedir. Hem tarihsel hem de güncel bölge siyasetinin önemli merkezlerinden biridir Üsküp. Bu nedenle Üsküp yakından takip edilir diyebilirim. İkincisi Türk insanının zihninde Üsküp denince akla Yahya Kemal gelir. Bu ismin Üsküp’le ilgili yazdıkları Türk insanının toplumsal hafızasında derin izler bırakmıştır. O nedenle biraz edebiyatla ilgisi olan herkes Üsküp’ü bilir ve önemser ve onlarla buluştuğum zaman Üsküp dediğimde hemen “…Yıdırım Bayezid han diyarıdır evladı fatihana onun yadigarıdır…” diye devam ederler. Bunların dışında Üsküp benim şahsi olarak hem zihnimde hem kalbimde diri olan şehirdir. Ben bir Üsküp çocuğuyum. Bu şehir gerçekten kendine has bir kimliğe sahip olduğu için dünyanın neresine giderseniz gidin, arkanızdan gelir. Bu yüzden zihnimdeki Üsküp sürekli peşimden gelir. Çocukluk yıllarımda Osmanlı çarşısında dolaştığım, her taşı tarih olan sokaklarında yetiştiğim, farklı anılarla gönlümde yer edinen dostlarım, bunlar da hepsi benimle beraber Ankara’da yaşıyor. Ancak ben asıl Üsküp ve tüm Balkan şehirlerinin daha güzel günleri için zihnimde daha fazla yer ayırmaya çalışıyorum. Oradaki sorunlara nasıl kalıcı çözümler bulunabilir, oradaki insanın yaşam kalitesi, refah seviyesi, eğitim ve kültür seviyesi nasıl artabilir ve Türkiye bu konuda nasıl daha fazla destek olabilir, açıkçası bunlar daha fazla meşgul ediyor zihnimi ve etmeli de. Bu benim hem Cumhurbaşkanı’na karşı vazifem hem de kendi doğup büyüdüğüm coğrafyama karşı bir sorumluluğumdur diyebilirim. Buradan TIMEBALKAN vesilesiyle Üsküp, Makedonya ve tüm Balkanlar’daki dostlarıma selamlarımı iletiyorum. Allaha emanet olun.