Bosna-Hersek’in geçen hafta Sırbistan’a karşı yeniden soykırım davası açma konusunda aldığı karar, bu iki komşu ülkeyi diplomatik krizin eşiğine getirdi.
Uluslararası Adalet Divanı 2007’de Sırbistan’ı savaş suçlusu olmaktan çıkaran bir karar almıştı; gerekçe ise delil yetersizliğiydi. Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi Bakir İzetbegoviç ise bu kararının yeniden gözden geçirilmesi için başvuru yapacaklarını açıklamıştı. Lahey’in 2007’de verdiği kararın gözden geçirilmesi için gereken 10 yıllık süre Şubat ayında doluyor.
İzetbegoviç’in bu hamlesinin Belgrad’dan çok Bosna-Hersek’teki özerk Sırp Cumhuriyeti’nin fiilî başkenti olan Banya Luka’yı ilgilendirdiği ve dolayısıyla Sırp Cumhuriyeti’nin son dönemde attığı ayrıştırıcı adımlara karşı bir cevap olduğu yorumları yapılıyor.
Başta Cumhurbaşkanı İzetbegoviç olmak üzere Boşnak siyasetçilerin yeniden başvuru hakkını kullanmak istemesinin altında, bölgesel dengeler ve Balkanlarda ciddi rolleri bulunan AB, NATO ve Rusya arasındaki güç çekişmeleri gibi sebepler yatıyor.
Lahey’in kararındaki siyasi saikler
Lahey’in on sene önce verdiği karar, Sırbistan’ın 90’lı yıllarda işlenen soykırım suçlardan yasal yollarla sorumlu tutulmasını engellemişti. Bu nedenle, savaşta 100 bin canı kurban veren ve Bosna-Hersek’in yarısından fazlasını oluşturan Boşnaklar, bu karara karşı memnuniyetsizliklerini her fırsatta dile getirdiler.
On yıl önceki karara tepkili olan Boşnakların, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın objektif bir karara varmadığına, dönemin siyasal ve jeopolitik konjonktürüne göre karar aldığına dair şüpheleri var.
2000’li yıllarda Sırbistan uluslararası toplum tarafından bölgenin ‘şımarık ve sorun çıkaran çocuğu’ olarak görülüyordu. Sırbistan’ın bir an önce ‘normalleştirmesi’, bölgenin huzurunu dert edinen bölge güçleri nezdinde daima bir gündem maddesiydi. Uluslararası topluma göre, siyasi çabalarla Sırbistan’ı Avrupa Birliği (AB) ve NATO’ya entegrasyon raylarına sokmak gerekiyordu. Fakat bir sene sonra uluslararası toplum Kosova’nın bağımsızlığını tanıdığında, Sırbistan için zor olan bu süreçte, onu hâlâ rayda tutacak bir şeylere ihtiyaç vardı.
Dönemin şartları göz önüne alındığında, Lahey’in kararı şaşırtıcı değildi. Ancak Srebrenica’da öldürülen Boşnakların yakınları, bir kez daha jeopolitik dengelerin kurbanı oldular. Peki, Boşnak liderler neden tekrar böyle bir adım atmaya ihtiyaç duydular?
Bölgesel ve küresel güç dengeleri
Kararın revizyonunun neden bir kez daha gündeme getirildiğini anlamak için, Balkanlar’daki siyasetin farklı boyutlarını incelemek gerekir. Bosna-Hersek’in atacağı bu adım iki farklı açıdan ele alınmalı: Birincisi, bölgedeki güç dengeleri. İkincisi ise Balkanların tarihi boyunca büyük güçler arasında yaşanan küresel düzeydeki çekişmeler.
Bölgesel düzeyde, son aylarda Sırp siyaset arenasında, özellikle Bosna-Hersek sınırları içerisinde milliyetçi söylem giderek artıyor. Geçen yıl 25 Eylül’de, etnik Sırpların yoğunlukla yaşadığı Sırp Cumhuriyeti bölgesinde bir referandum düzenlendi. Bosna-Hersek’in yarısını oluşturan bu siyasi yapı, kuruluş tarihini resmi devlet tatili ilan etmek isteyince, devlet düzeyindeki Bosna-Hersek Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş, mahkemeden bunun anayasaya aykırı olduğu cevabını alınca, Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Dodik, davayı referanduma taşımaya karar vermişti. Boşnak siyasetçilerin sert tepki gösterdiği referandum, gerçekleştirildi.
Boşnak siyasetçiler Banya Luka’nın bu hareketine her ne kadar sert tepki gösterseler de, sözlü tepki vermekten öteye geçmediler; Bosna-Hersek’in bütünlüğünü açıkça hedef alan bu illegal girişimi kınamaktan başka bir şey yapmadılar. Boşnaklar nezdindeki en güçlü siyasetçi olan Bakir İzetbegoviç’in Lahey Divanı’nın kararının yeniden gözden geçirilmesi için başvuru sürecini başlatmaya karar vermiş olması, kuvvetle muhtemeldir ki referanduma karşı gösterilen bir tepkiydi.
Fakat bu hareketi, Saraybosna ile Belgrad değil, daha çok Saraybosna ile Banya Luka arasındaki bir kavga olarak okumak daha doğru olur. Ayrıca son birkaç sene içerisinde, Saraybosna-Belgrad ilişkilerinin, eskiye nazaran tatmin edici bir düzeyde olduğunu da unutmamak lazım.
Bölgesel düzeyde ele alınması gereken bir diğer önemli unsur da, yıllarca düzenlenemeyen ve düzenlendikten sonra ise sonuçlarının resmi olarak açıklanması için üç sene beklenen, 2013 Bosna-Hersek nüfus sayımı. Bosna-Hersek’te yaşayan Sırplar, sayım sonuçlarının yayımlanmasına şiddetle karşı çıktılar. Boşnak liderler sonucun açıklanmasında başarılı oldu ve üç sene sonra nüfus sayımının sonuçları ilan edildi. Sırp tarafının nüfus sayımının sonuçlarının açıklanmasına neden karşı çıktığı, sonuçlar incelendiğinde netlik kazandı. Bu sayımla beraber, tarihte ilk defa, en azından resmi anlamda ilk nüfus sayımının yapıldığı andan itibaren, Boşnakların ülke çapındaki oranı yüzde 50’nin üzerinde çıktı. Yani eşit anayasal haklara sahip olan üç millet arasında, Boşnakların diğer iki millete oranla daha kalabalık bir grup oldukları ortaya çıkmış oldu.
Nüfus sayımı sonuçları bağlamında düşünecek olursak, Lahey’deki mahkemenin kararını revize etme girişiminin, Boşnak siyasetçiler için sadece cesaretlendirici bir unsur olmakla kalmayıp, Sırp siyasilerin, referandum ve ayrılma tehditleri gibi, devletin birliğini ve bütünlüğünü tehdit edecek hareketlerine karşı bir güç gösterisi olduğu da söylenebilir.
AB ve NATO perspektifinden Lahey kararı
Lahey nezdinde atılan bu adımın doğru düşünülüp düşünülmediğini anlamak için, bölgeden uzaklaşıp meseleye küresel boyutta bakmak gerek. Küçük ulus devletlerden oluşan Balkanlarla ilgili birçok karar bölgede değil, diğer güç merkezlerinde alınıyor. Bölgenin başkentleri AB ve NATO’ya üyelik süreçlerinde ilerliyor. Kısa bir süre önce Hırvatistan AB ve NATO’nun, Arnavutluk ise şimdilik sadece NATO’nun yeni üyesi oldu. Bölgedeki diğer ülkeler de bu yönde ilerlemeyi en önemli milli hedef olarak görüyor. AB ve NATO’nun bölgedeki son derece güçlü varlığından dolayı, Boşnak siyasilerin Lahey mahkemesinin kararını yeniden sorgulayacak bir adım atması, bu kurumları elbette yakından ilgilendiriyor.
Son yıllarda uluslararası düzeyde yaşanan çekişmeler bölgede de yankılanıyor. Özellikle Ukrayna ve Kırım krizinden sonra NATO ve Rusya arasında yaşanan ‘soğuk savaş’, Balkanlarda yakından takip ediliyor ve bazı siyasi kararlar bu çekişmelere göre alınıyor. Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Milorad Dodik’in Moskova’ya olan yakınlığı, AB ve diğer Batılı devletler ve kurumlar açısından büyük bir endişe kaynağı. Batılı siyasetçiler, Sırp Cumhuriyeti’nin Putin’in Balkanlardaki uydusuna dönüşme tehlikesinin uzak bir ihtimal olmadığının farkında ve bunu önlemek için ellerinden geleni yapmaya hazır olduklarını da birçok kez açıkladılar.
Moskova ile Batı arasındaki kriz ilerledikçe Dodik’in durumu zorlaşıyor. Bunu anlayan Boşnak siyasetçilerin, konjonktürden faydalanıp Lahey’in adaletsiz buldukları kararını yeniden gündeme getirmelerinin, reel-politik açıdan son derece mantıklı bir adım olduğu görülüyor. Uluslararası bir mahkeme tarafından Sırbistan’ın soykırımcı ilan edilmesi, otomatik olarak Dodik’i ve Sırp Cumhuriyeti’nin tüm milliyetçi adımlarını durdurarak bu yapıyı zor durumda bırakabilir. Böylece ‘soykırımcı’ bir yapının varlığı sorgulanacak ve senelerdir çatırdayan Dayton düzeninin artık yeniden düşünülmesi gerektiği gerçeği, büyük güçleri harekete geçirecektir.
Bu ihtimaller göz önüne alındığında, unutulmaması gereken bir gerçek karşımıza çıkıyor. Fakat Boşnak siyasetçilerin bu siyasi gerçeğin ne kadar farkında olduklarını ve hesaba kattıklarını zaman gösterecek. Bu gerçek, Sırbistan’ın artık 1990’lar ve 2000’lerdeki gibi Balkanların ‘sorunlu’ ve ‘şımarık’ çocuğu olarak görülmüyor olması. Bu ülke artık, AB’nin ve diğer uluslararası örgütlerin ‘yardımlarıyla’, ibresini Brüksel yönüne çeviren bir siyaset izliyor. Bu nedenle, askeri açıdan pasif ve saldırgan politikasından vazgeçmiş bir devlet görüntüsü veriyor. İzetbegoviç ve arkadaşları, Lahey kararının gözden geçirilmesi için uluslararası desteğin şart olduğunun, aksi takdirde bu adımın boş bir macera olabileceğinin elbette farkında. Bu girişim uluslararası toplumu yeni bir politika izlemeye mecbur edecektir.
Öte yandan, akıllarda gayet mantıklı bir soru var: 2007’deki Lahey kararını etkileyen güç odağı, fikrini şimdi neden değiştirsin? Sonuçta, on sene sonra görülen manzarada öne çıkan algı, Sırbistan’ın bölgede AB entegrasyonunun başarılı bir örneği olma gayretleri içinde olduğu. Kararı verecek olanlar, Saraybosna ve Belgrad arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak.
Özellikle NATO ve Rusya arasındaki krizi göz önüne alırsak, Saraybosna ve Belgrad örneğinde olduğu gibi, küresel çaptaki tüm aktörler (ki buna Ankara da dahil), çok iyi hesaplanmış ve derin düşünülmüş kararlar vermeye mecbur olacak. Kararın bir ucunda ‘yola girmiş’ gibi görünen ama her zaman ‘yoldan çıkma’ tehlikesi taşıyan Belgrad yönetimi, öteki ucunda ise ağır ‘Dayton baskısı’ altında gün geçtikçe daha da ezilen ve zaman zaman ciddi ve derin krizlerle boğuşan Saraybosna yönetimi olacak.
İki ülkenin de kendi problemleri ile baş etmek için desteğe ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz. Bölgede etkili uluslararası kurumlar ve güç merkezleri, atacakları adımları ve verecekleri kararları detaylı şekilde hesaplarken, Srebrenica’nın ve Bosna-Hersek savaşının ortada kalan tüm sivil mağdurları, ellerinden hiçbir şey gelmez bir halde olup biteni izleyecekler. Günümüzün uluslararası adalet anlayışı bu olsa gerek.
Kaynak: AA- Yahya Muhasiloviç