Üsküp’te geçen bir film canlandırdım hayalimde. Bir kadın ve elinde bir mektup, yıl 1948 olsun. Kadın mektubu açıp okuyor, öyle başlıyor film. Titreyen ellerle okunan o mektup rüzgâra kapılıp gökyüzüne savrulurken, bu sessizliği bir tren düdüğü bozuyor. Vagon sesleri, makinalar, raylar ve tren garlarında sıra sıra bavullar, hatta davullar karışıyor bu seslere. Mektupta şunlar yazıyor:
“Sevgili hayat arkadaşım Nigar, evlatlarım Ülker, Turan Erktan ve küçük yavrucuğum, artık sizden ayrılıyorum. Size doyamadım. Kader böyle yazmış yazımı. Nigar, evlatlarıma güvenesin, iki gözün gibi bakasın. Çocuklarımı her vakit benim için öpesin, koklayasın. Onları okutmaya çalış. O evde yaşatma, başka bir binada yaşatmaya çalış. Bu günden sonra o yavruların babaları yok, yalnız anaları vardır. Ona güvensinler, hakkınızı helal ediniz. Milletimin kurbanıyım.”
İdam edilen bir adamın son mektubu bu. Çikolata kâğıdına yazılmış gizlice. Ve maalesef kurgu değil bu, gerçek bir hikâye. Evet evet, Üsküp’ün ta kalbinde yaşanan bir “gerçek hayat”. Yıllarca insanların dile getirmekten çekindiği bir olay bu. Hakkında 32 sayfalık bir kitapçık dışında pek bir kaynak da yok. Hâlâ susanlar var, bazı şeyler hâlâ gizli. Bu dosya artık açılmalı hâlbuki, enine boyuna tartışılmalı. Hatta sinemaya taşınmalı, vefa borcu ödenmeli. (Bu da Üsküp Mektupları köşesinden bir istek olsun)
Acıtıyor efendiler acıtıyor, aklıma geldikçe endişeleniyorum; İsmet Paşa’nın şu sözleri hâlâ hatırımızda: “Misak-ı Milli hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyorum. Zaman çok vahimdir. Türkiye dışarı ile uğraşmamalıdır. Türkiye’nin başını ağrıtmayın.” İşte tam da bu cümle kalbimizin ortasına saplanıyor. İdam edilenlerin son bir istekleri vardı, ama bu cümleyle zaten çoktan yüreklerine bıçak saplanmıştı. Misafirlikte unutulmuş çocuklar gibi zalim bir ev sahibinin eline emanet bırakılmış, “başınızın çaresine bakın” selamı ile Balkanlar göç ve sürgünlere teslim edilmişti. Üsküp’ün entelektüelleri de idam edilip, edebiyata, Türkçeye, kitaplara, sanata kurşun sıkılmıştı. Bundan sonra ne mi yaptık? Başımızın çaresine baktık…
2006 yılının Mart ayında Köprü Dergisi olarak özel bir sayı hazırladık: “Yücel ve Yücelciler Muamması”. O gün derginin tanıtımında, yanıma bir büyüğümüz yaklaşıp ironik bir şekilde “Hayırdır, ikinci Yücelciler mi olmak istiyorsunuz” dedi. Zaten ben de muhabbeti buraya çekmeye çalışıyordum.
Yücelciler, bu topraklarda varlığını sürdürmeye devam etmek isteyen iyi işler yapmaya niyetli öğretmenlerdi. Nerdeyse hepsi öğretmendi. Makedonya’da yaşayan Türkler, 1937 yılında, Şuayb Aziz Efendi önderliğinde ve Türk gençlerinin katılımıyla milli ve manevi değerlerini, örf, adet ve geleneklerini korumak ve yaşatmak üzere bir araya gelmeye başlamıştı. Türk tarihine, Türk kültür ve ananelerine daha sıkı sarılmak düşüncesiyle teşkilatlandılar ve bu amaçla fikri bir bilinç başlattılar.
Gittikçe genişleyen teşkilat 1943 yılında Üsküp’te bulunan Türk Konsolosluğu ve Konsolos Vekili Emin Vefa Gerçek ile irtibata geçti. 1945 yılında Belgrad Büyükelçiliği ve Büyükelçi Kamil Koperler ile temasa geçildikten sonra teşkilata Yücel adı verildi. Üyelerin yüzde doksanı öğretmendi, kurucuları ise Şuayb Aziz, Şerafeddin Ferid, Nazmi Ömer, Muzaffer Ahmed, Fettah Süleymanpasiç ve Mehmed Dalip adlı Üsküplü Türk gençleriydi. Tito rejimi tarafından idamı hak edecek ne yaptılar peki?
Yukarıdaki mektubun sahibi Şuayb Aziz, 1930’a kadar Üsküp’te Ataullah Efendi medresesinde tahsil görmüş, daha sonra El Ezher Üniversitesi’ne giderek fıkıh, kelam, tasavvuf alanlarında ders almış ve üniversiteyi ikincilik ile bitirmişti. Teşkilatın diğer önemli ismi olan Nazmi Ömer, Belgrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir avukattı; Üsküp’te Tefeyyüz ve Türk öğretmen okulunda öğretmenlik yapmıştı.
Yücelciler, en çaplı organizasyonu Üsküp ve Köprülü şehirlerinde gerçekleştirdi. Gizlilik ilkesine son derece riayet eden teşkilat üyeleri, yeni alfabeyle ilk Türk gazetesi “Birlik”i 23 Aralık 1944’te çıkarmaya başladı. Gazete logosunun yanında bir cami resmi vardı. Üsküp Radyosunda ilk Türkçe yayını Yücelciler yaptı. Aynı zamanda çok sayıda Türk öğretmenin yetiştiği kurslar düzenlediler. Makedonya’nın en iyi öğretmenleri arasındaki üyeler, Türklerin yaşadığı en ücra köylere dahi giderek öğrenciler için yeni alfabeli okuma kitapları hazırladılar. Hapis yıllarında bile Üsküp Türk Tiyatrosunda sahnelenmek üzere çok sayıda tiyatro eserini Türkçeye çevirdiler. Ancak Komünistlerin dikkatini çeken ve devamlı büyüyen teşkilat endişe vermeye başladı. Çünkü projelerine uymadığı için göç etmesi gereken Türkler dergidir, gazetedir, kitaptır derken çok olmuşlardı; bayrak, Kur’an ve silahın üzerine yemin etmişlerdi. Silahı sadece yeminde kullanan bu güzel insanlar maalesef idam edildi.
Yücelcilerin duruşmaları 19 Ocak 1948 tarihinde başladı ve her duruşma, hoparlörle Üsküp sokaklarında yayınlanıp, şehirde yaşayan Türkler psikolojik baskı altına alındı. Göstermelik yargılama neticesinde dört kişi; Şuayb Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup, Adem Ali medeni ve siyasi haklarından mahrum ve mallarının müsadere edilmeleri suretiyle idama mahkûm edildiler. Bir sosyal paylaşım sitesinde bu karar anının videosu var. Eski bir video ve canlandırma değil, gerçek. Alkış tutan tuhaf insanlar, göstermelik silahlar, tiyatro sahnesi gibi bir mahkeme…
Onlarca kişi hapis cezasını çarptırıldı, sürgün edildi ve nitekim mezarı dahi bilinmeyen dört insan Suşitsa’da kurşunlanarak idam edildi. Nazmi Ömer’in idam edilmeden önce ailesine şunları söyledi: “Ağlamayın, ne ağlıyorsunuz öyle? Ben gidiyorum ama sizi arkamdaki (Türkiye’yi kastederek) milyonlarca kız kardeş ve kardeşe emanet ediyorum”.
Evet, başımızın çaresine bakıyoruz, ama içimizde kocaman bir endişeyle. Ancak son on yılda yaşanılanlar endişelerimize biraz olsun su serpti. Ohri Barış Anlaşması keşke onların döneminde imzalansaydı. Son yıllarda “Misak-ı Milli hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru için yapılan çalışmalar” her ne kadar oyunlarla engellenmeye çalışılsa da, bu konudaki çabalar bizlerin bu coğrafyada rahat bir nefes almamızı sağlıyor. Ve dualarımızda hep güçlü bir Türkiye için Allah’a niyaz ediyoruz.