İHH Mütevelli Üyesi ve yazar Osman Atalay’ın “Balkanlarda AB, Soros, Türkiye” başlıklı analizini ilginize sunuyoruz.
Geçtiğimiz hafta Afrika seyahati dönüşü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, bir kez daha Balkanlarda Soros ailesine dikkat çekti.
Erdoğan; “Bunlar para ile istedikleri yeri istedikleri gibi sallamaya çalışıyorlar. Şimdi Soros’un oğlu da giriyor. O da babası gibi. Bunların çok iyi takip edilmesi lazım. Bunlar mesela şu anda Balkanlara sızmanın, Balkanları sindirmenin gayreti içerisindeler. Bunlara da tabii fırsat vermeyeceğiz, verilmemesi lazım. Kosova’da, Makedonya’da, Arnavutluk’ta her yerde buna benzer şeyleri yaparlar. Dolayısıyla, bizim bilincimizin altına bunu bir defa yerleştirmemiz lazım.” dedi.
Türkiye’nin Balkanlar da uzun zamandır yaşadığı AB rekabeti bu kez Soros ile gündeme geldi.
Yugoslavya’nın dağılmasından (1995) bu yana AB sürecinde çırpınan Balkan ülkeleri, kendi içinde siyasi, ekonomik, tarihsel sorunlar, toprak ihlalleri, serbest dolaşım gibi sebeplerle hala ciddi sorunlar yaşamaya devam ediyor.
AB, Balkan ülkelerinden iç sorunlarını kendi perspektifleri doğrultusunda bir an önce çözmesini istiyor. Balkan ülkeleri liderleri ise ABD, Rusya, Çin, Fransa, Almanya ve Avusturya devletlerinin dayatmaları, baskıları karşısında sorunların çözümünü AB, ABD ve Rusya’nın inisiyatifine bırakmakta kararlı olduklarını görüyoruz.
Toprağı ve İnsanı yaşlanan Avrupa’nın genç ve bakir Balkan ülkeleri üzerindeki ulusal çıkarların ön planda olduğu siyasal, ekonomik politikalarını iyi irdelemek gerekiyor.
Rusya’nın 20 yıl sonra tekrar Balkanlara dönüşü ve Çin’in nüfuz arayışları önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde bölgenin siyasal, sosyal değişimlere sahne olacağının işaretidir.
Geçtiğimiz hafta Bosna Hersek’te iki entiteden biri olan Sırp Cumhuriyet lideri Milorad Dodik’in Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov ile görüşmesini ve Bosnalı Sırpların son zamanlarda sürekli ayrılık vurgularını unutmayalım. Bosna Hersek ülkesi, Dayton barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana en tehlikeli krizle karşı karşıya.
ABD ve Rusya’nın Avrupa’ya taşımak istediği enerji yolu kavgası Kosova, Yunanistan, Bulgaristan ve Kuzey Makedonya iç siyasetini, güvenlik sorununu tetikliyor.
Balkanlar, Avrupa ve ABD’nin etki alanını sürekli güçlendirmeye çalıştığı önemli bir cephe haline geliyor.
Soros’un bu coğrafya da birçok Avrupa ülkesinden daha güçlü bir şekilde siyaset ve eğitim kurumları üzerinde etkin olduğu bir gerçektir.
Türkiye’nin Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Balkanlar da tarihsel potansiyelini muhafaza etme ve geliştirme çabası maalesef FETÖ ile akamete uğradı.
Son 4 yıldır Balkanlar da Türkiye’nin yeniden toparlanması mevcut kurumlarımızın algoritmaları ve performansına bağlı olacaktır.
Türkiye’nin AB, ABD, Rusya, Çin ve Soros rekabetine karşın avantajları ve dezavantajlarını çok doğru denklemler üzerinde kurması gerekiyor.
Balkan toplumu üzerinde rekabet eden tüm ülkelerin beklentileri ile reel durum arasında ciddi sorunları var.
AB’nin derdi Balkan coğrafyası ve toplumunu Batı’ya entegre etmektir. Soros ise, siyasal kültürel geleceği şekillendirme peşinde ciddi yatırımları olan bir kurum. Türkiye ise, tarihsel potansiyelini kontrol etme derdinde. Bu rekabetin önümüzdeki 5 yıl içerisinde daha da sertleşeceğine şahit olacağız.
Sırbistan-Bosna Hersek, Sırbistan-Kosova, Sırbistan-Karadağ, Bulgaristan-Kuzey Makedonya, Bulgaristan-Arnavutluk ve Yunanistan-Arnavutluk arasında çözülmesi gereken sorunların temelinde Rusya, Çin, ABD ve Avrupa rekabeti yatmaktadır.
Türkiye’nin bu bölgesel rekabet atmosferinde siyasi, ekonomik, kültürel argümanları ve politik mücadelesinin yeniden kurgulanması gerekiyor.
Gerek Türk toplumu gerek Arnavut, Boşnak ve Hristiyan toplumların iktidar-muhalefet ilişkilerinin geliştirilmesi, kurumlarımızın siyasi ve ekonomik stratejilerinin güçlü bir desteğe ihtiyacı var.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikkat çektiği Arnavutluk, Kosova ve Kuzey Makedonya ülkeleri yaklaşık 6,5 milyon nüfusu ile Balkanların lokomatifi olan Arnavut toplumu Türkiye’nin geleceği için çok büyük önem arz etmektedir.
Balkan toplumları arasındaki siyasi krizlerin en önemlisi hiç kuşkusuz, Sırbistan’ın her gün sadece Bosna Hersek’te değil, bölgede de sayısız krizler çıkardığı bir dönemde, Bosna Hersek’te savaş suçu işledikleri ithamıyla yasadışı olarak Bosna vatandaşlarını tutukluyor olması. Milorad Dodik’in Belgrad’ın rızasıyla Bosna`yı aylardır abluka altında tutması ve sürekli Bosna`yı parçalamakla tehdit etmesini Sırbistan-Rusya siyasetinin yansımaları olarak okumak gerekiyor.
Türkiye’nin Sırbistan’ın bu tür manipülasyonlarını engellemesi ve Büyük Sırbistan politikası ve Sırp siyasi temsilcilerinin Bosna-Hersek’teki son derece yıkıcı rolüne karşı net bir tavır koyması beklenmektedir.
Sırbistan-Kosova sorunu aynı zamanda Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın Sırbistan ile olan ilişkilerini de olumsuz etkilemektedir. Balkanlar da istikrarın önündeki en büyük engel, Sırbistan’ın Bosna Hersek ve Kosova ülkeleriyle olan sorunlarını karşılıklı müzakere ederek ortak bir çözüme kavuşturmaya yanaşmamasıdır.
Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un Avrupa tarafından verilen bütün ödevleri yerine getirmesine rağmen Bulgaristan’ın vetosu dolayısıyla iki ülke ile müzakereler açılamaması Balkanlar da iç sorunların karmaşıklığını gösteriyor.
Türkiye’nin AB etkisinde şekillenmeye doğru evrilen Balkanlar da ciddi güçlü rakipleri ve çözüme kavuşturması gereken (Türk toplumu) sorunları bulunmaktadır.
Dünyanın önde gelen spekülatörü olan ve ekonomik krizlerdeki spekülatif rolü ile tanınan milyarder yatırımcı ve fon yöneticisi George Soros, 2018 yılında Balkanlar’daki Türkiye-Rusya-Çin etkisinin kırılması için ABD ve AB’yi ‘göreve çağıran’ bir makale yayınlamıştı.
“Balkanlarda Avrupa’yı istikrarlaştırmak için bir şans” başlıklı makalesinde, Trans-Atlantik ittifakında birliğin 2. Dünya Savaşı’ndan beri en düşük noktaya gerilediği ve her ulusal genel seçimde AB’nin birliğine meydan okunduğuna dikkat çekmişti. “ABD ile Avrupa, bölgedeki tek oyuncular değil. Rusya çıkarları tehdit edilirse, hele de potansiyel NATO üyeliği söz konusuysa müdahale edeceğini net biçimde gösterdi. Karadağ’da 2016’daki başarısız darbe girişiminde bunu yaptı” iddiasında bulunan Soros, ”Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan varlığını her devlette hissettiriyor” ifadelerini kullanmıştı.
Balkanlar’ı Kuşak-Yol projesinin Avrupa’ya giriş noktası yapmak isteyen Çin’in bölgedeki en büyük yatırımcılardan biri olduğunu aktaran Soros, bu eğilimlere karşı kararlı bir tepki koymak gerektiğini ama bunun kolay olmayacağını dile getirmişti.
Soros ailesi, AB’nin Balkan ülkelerini tek tek üye yapması yerine, hepsinin birden AB müktesebatına uyumlu hale gelmesi ve tek bir birim olarak üye olmasını önermiş; böylece ‘birlik içinde küçük bir birlik oluşturacak’ Balkan ülkeleri arasında tarihi anlaşmazlık ve rekabetin dirilmesinin önüne geçileceğini savunmuştu.
“Bu, başta, AB’ye koşut olarak, serbest ticaret, malların ve insanların serbest dolaşımı sayesinde meydana gelen gevşek bir devletler birliği olacak. Artan refah ve uyumlu birlikte yaşama, bu devletleri, Pekin, Ankara ya da Moskova’nın ekonomik-diplomatik ve askeri etkisine daha az açık hale getirecek.”
“Batılı güçler, Balkan ülkelerini, yerel işbirliği ve nihayetinde Avrupa Birliği’ne giden yolda tutmayı başaramazsa; bu devletler Rusya, Türkiye ve Çin’in nüfuz alanlarına itilecek ve muhtemelen bunların arasında bölünecektir. Yani Balkanlar bir kez daha Balkanlaştırılacaktır.” demişti.
Balkanlar aslında bugün her ülke için adeta açık kapı olarak görülmektedir, açık bir rekabet sahasıdır ve ülkeler siyasi, ekonomik, kültürel dinamikleri gücü nispetinde başarı elde etmektedir.
Soros’un Balkanlar da siyaset ve eğitim alanındaki gücü reel dinamikler üzerinden yürümektedir.
Türkiye’nin yeni Balkanlarda AB, Rusya, Çin ve Soros rekabet sürecinde avantajlı potansiyeline karşın sert, yumuşak ve akıllı güç argümanları hazır mı ?
Türkiye’nin Balkanlar da faaliyet gösteren TİKA, Yunus Emre, YTB, Maarif Okulları, Anadolu Ajansı, Ziraat Bankası kurumlarının merkezi, güçlü, homojen bir eylem politikalarına ihtiyaç duyulmaktadır.