Ramazan, Müslümanlar için beşinci mevsim olma özelliği taşıyan ilâhî bir okuldur. Bu okulun temel gayesi; insanın saadete, huzura, hürriyete ulaşmasını ve öze dönmesini sağlamaktır. Bu okulun içinde Rab ile abd arasında bir sır vardır. Bu sırrın adı oruçtur.
Meryem Murat Yazdı…
Nitekim Cenâb-ı Hak buyurdu ki: “O Benim içindir. Onun mükâfatını bizzat ben veririm. Çünkü oruçlu yemesini, içmesini benim için bırakır.” (Buhârî, Ebu Hureyre (r.a))
Orucu sadece mideye değil, diğer uzuvlarımıza da tutturmak gerekir. Gözün, kulağın, ayakların, ellerin, dilin hatta zihnin ve gönlün bile orucu vardır. Bunların gerçekleşmesinde esas olan niyettir. Resûlullah (s.a.v) bu hususa dikkatleri çekmiş ve böyle olmadığı takdirde orucun önemini yitireceğini şu şekilde ifade etmiştir: “Oruç tutan nice kimseler vardır ki oruçtan nasibi sadece aç kalmaktır. Ne mutlu orucu nefsine, şeytana ve nihayetinde cehenneme karşı kalkan edinerek Reyyan kapısına ulaşanlara! ” (İbn Mace, Sıyam, 21.)
“Ramazan öncesi kişinin sadece Allah’ın rızasına nail olmak maksadıyla tüm uzuvlarına oruç tutturacağına dair niyetlenmesi ve oruç nedir?”, sorusunu kendine sorması gerekir. Tabii insanın bu sorunun cevabını aramadan önce ramazanın ne olmadığını bilmesi vazgeçilmezdir.
Ramazan, aç kalma korkusuyla haftalar öncesinden ailece alışverişe gitmek değildir. Sofralarda çeşit çeşit yemeklerin yer alması, kişilerin tıka basa yemeleri ve ramazan sonunda kilo almış şekilde çıkmaları demek değildir. “iftara kadar bana dokunmayın, yoksa dağıtırım buraları” ihtarında bulunanların ayı değildir. Vakit geçmiyor diye dakikalara savaş açmak, ardından akşama kadar uykuya dalmak demek değildir. Sigara tiryakisi olan birinin orucunu sigarayla açması demek değildir. İftardan artakalan yemeklerin “sevap” niyetine komşulara dağıtılması demek değildir. İftarda eş ve dostları toplayıp davetler verilecek, gösteriş yapılacak bir ay değildir.
Yemeğin iki öğüne düşmesine rağmen mutfak masraflarının iki katına çıkması neyin göstergesi olabilir?
Belediyelerce kurulan iftar çadırlarına, değişiklik olsun diye zenginlerin iştirak ettiği bir ay değildir. İftar sonrası çay faslının bir ritüele dönüştüğü ve dahi eğlencenin eksik olmadığı bir ay da değildir. İmsak vakti girdiği hâlde, yeme içmeye devam edenlerin ayı hiç değildir.
Matematiksel hesaplar yaparak cüz sayısı fazla olanların manayı kaçırıyor olması ne acı bir gerçek. Ramazanın ilk on gününe gösterilen hürmet ve heyecanın, son on gününe gelindiğinde kaybolması ne büyük bir hüzün. Yetimlerin sadece Kadir gecesinde hatırlanması ne büyük bir hüsran.
Oysa İslâm, insanı ve insanlığı iyileştirmek için vardır. Dolayısıyla Ramazan kişinin aklî ve kalbî yönden farkındalık kazanmasına, bilhassa yorulan ruhların şifâ bulmasına, üzerinde bir yük olarak taşıdığı enerjilerinden arınmasına, sevap denizinde yüzmesine ve bir nevi yeniden dirilişine yol açar.
Kalbi Kur’an olan bu ay, geldiği andan itibaren varlık âlemine eşsiz bir ışık sunar. Şayet biri söver ya da kavga etmeye kalkarsa iki kere “Ben oruçluyum” (Buhârî, Savm, 2.) desin emri, öfke ve kinlerin bitirilmesini sağlar.
Ramazanın dilediği orucu pragmatizmden ayrıştırıp sadece Allah’ın rızasına mazhar olabilmek, içsel yolculuğun verdiği huzur ve dinginlik içinde sefa sürmek ve bu lezzetin Ramazan sonrası devamını getirmektir.
Ramazan, insanın Rabbine sığınması, günahlarının bağışlanması için hayat yoluna yerleştirilmiş bir fırsattır. Bu sebeple Allah’ın emir ve yasakları elbette ki kulların iyiliği içindir.
Oruçlu kimseye yakışan aç olmasına rağmen, Efendimizin sünneti olan tebessümü yüzünden eksik etme memesidir. Aksi halde gönülleri tarumar edenlerin gün boyu çektiği mide açlığı beyhudedir.
Efendimizin öğrettiği şekilde orucun günahlara, şeytanın telkinlerine ve vesveselerine karşı da bir kalkan olduğunu bilmek gereklidir.
İnananların nefslerini köreltmesi, dillerinde ve gönüllerinde sevgi, saygı, merhamet, şefkat, minnettarlık, huzur, umut, gurur gibi duyguları orucun feyziyle tomurcuklandırması gerekir ki mükâfatı fazlasıyla verilsin. O yüzden oruçlu kimseye mânevî boyutlar kazandıracak oruç ibadeti esnasında mahzurlu davranışlardan kaçınması elzemdir.
Ayrıca “Oruç, sabrın yarısıdır.” (İbn Mâce, Sıyâm, 44.) diyen Resûlullah’a (s.a.v) tabi olanların orucun bir sabır imtihanı olduğunu bilmeleri ve kendilerini sabra, takvaya ve şükretmeye meyletmeleri gerekir. Ayet-i Kerim’e de geçen “Umulur ki doğru yolu bulurlar” (Bakara, 2/186) ifadesinin de oruç tutanların ramazan boyunca edinilen değerlerle süslenecekleri ve doğru yolu bulma çabası içine girecekleri anlamını da taşır.
. Resûlullah (s.a.v) “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah”ın ihtiyacı yoktur!” (Buhârî, Savm, 8.) sözü buna en büyük örnektir. Cenâb-ı Hak insana her türlü hayâsızlıktan sükûnete ermenin reçetesini âyetler ve hadisleriyle sunmaktadır.
O halde insanın anlama arayışında hakikate yönelmesi için bu ilahî okulda talebe olması şarttır. Çünkü sadece insan değil; “oruç da acıkır”. (Sezai Karakoç)