Tuhaf bir zamandan geçiyoruz, bir geçişe denk geldik hepimiz. Ama neye doğru evrilecek zaman bundan sonrasında ne gelecek insanlığa ve dünyaya bilmiyoruz. Görebildiklerimizi ikiye ayırmak gerek. Ya iyi bir şey olacak ya da daha kötü bir dünya bizi bekleyecek.
En basitinden başlarsak eğer şimdi acılar daha bir kalabalık, mutluluklar yalnız. Eskiye nazaran şimdi mutlu olan herkes daha yalnız, ya da daha bencil. Eskiden güzellikler ve sevinçleri daha kalabalık yaşardık, daha bir paylaşılırdı. Ancak şimdi birinin bir şikayeti varsa daha çok konuşuyor, daha çok paylaşılıyor acılar. O hale geldi ki, basit acıları bile gündem yapabiliyoruz. Toplumsal bir hal aldı bu. Bireysel de aynı. Düşünsenize bir düğün var, ev sahipleri önceden organizasyon şirketleri ile anlaşıyor, hiç kimseye ihtiyaçları yok. Salonlar ayarlanıyor, davetiyeleri gereken kişiler dağıtıyor, her şey organize. Düğünde de herkesin sandalyesi belli, kim nerede oturacak belli. Gelirsin, tebrik edersin, altını takarsın, istersen stres atmak için biraz halay çekersin eve dönersin. “Kimseye ihtiyacım yok” diye cevap verilir her yardım etme talebi. Neden mi, çünkü her yardımın arkasında bir beklenti doğmaya başladı zamanla. Yalnızlık cazip hale dönüştürüldü, kalabalıklar baş ağrısı haline geldi.
Başarılı birinin “kendi tırnaklarımla kazarak geldim” söylemi vardır mesela, mutluyum ve bunu sonuna kadar kendim hak ettim. Kimseye bir borcum yok havasında geçen mutlu bir serüvene dönüşür aynı zamanda. Bu nedenle de kadir kıymet bilinmeyen bir toplumda kimse kimse için elini taşın altına koymaz. Nasıl olsa ismi geçmeyecek, ne gereği vardır yardıma diye düşünür ismi anılmak için yardım eden kişi. Karşılıklı olur yardımlar da ulu orta teşekkür etmek vaadi ile yardım edilir. Bu nedenle yavaşla yalnızlaşır mutluluklar. Akıllı bir dünya var karşımızda. Evlerin akıllı olduğu bir dönemde komşuya bile ihtiyaç duyulmaz. Eve servis edilir marketten aldığımız her şey. Evde yumurta mı kalmamış bir “tıka” bakar, tıklarsın gelir. Özellikle dünyayı esir alan Korona salgını bize bunu mecbur kıldı. Kendinle baş başasın maskeni tak mesafeli ol, temiz kal, elini kolunu uzatma. Robotlaşıyoruz değil mi, kafa rahat, ne de olsa her şey bir tık uzakta. İnsanın insana ihtiyacı yok artık, insanın sadece biraz fazla paraya ihtiyacı var mutlu olmak için. Mutluluğun adresi belli olduğuna göre o adrese ulaşmak isteyenler daha bir şikayetçi hayatlarından, neye tam olarak ihtiyacı var insanın önemli değil, önemli olan “onlar gibi” mutlu bir hayata erişmek. Gerçekten bu muydu mutlu olmanın yolu?
Ekmek parası, geçim derdi evrim değiştirdi. Akıllı telefona ulaşmak, çocukların evde okuyabilmeleri için internet faturası ve bilgisayara ihtiyaç var. Acılar kalabalıklaşıyor, ihtiyaçlar çoğalıyor. Vefat haberleri sosyal paylaşım sitelerinde çoğalıyor, kim kime başsağlığı diledi onun tutanağı tutuluyor. Hep birlikte bu acıyı paylaşmamız gerek yoksa duyarsızlığın etiketi alnınıza yapıştırılması an meselesi. Evler ziyarete kapalı, malumunuz salgından sebep kapalıyız. Çevrim içi acımıza ortak olabilirsiniz. Gün geçmiyor vefat haberleri ile uyanmayalım. Hiç tanımadığımız insanların fotoğrafları ve altında üzgün emoji ile aslında gayet olağan bir durum olan doğumlar ve ölümler sanki ilk kez oluyormuş ve çoğalmış gibi geliyor bize. Kaçırılmalar, aile içi çarpık ilişkiler, akraba şiddeti vs. Ne çok insan ölüyor, ne korkunç bir yer oldu şu dünya derken, kalabalık bir şiddetin içinde buluyoruz kendimizi.
Bu resmen insana fiziksel şiddetten bile daha zararlı, psikolojik şiddet görüyoruz her gün farkında değiliz. Televizyonlarda her gün kaybolmuş insanlar, eşlerinden şiddet gören kadınlar, komşusundan darp edilen insanlar, kaçırılan çocuklar ile hangi can hangi ruh mutlu olabilir. Bu sesli şiddettin sonucunda insanların birçoğu depresyona girmiş durumda. Kimyasal ilaçlar ile sakinleşiyor, modumuzu düzeltmeye çalışıyoruz. Bunun farkına varmaz ve bir an önce bunu düzeltmezsek duyarsız ve merhametsiz bir dünya bizi bekliyor olacak.
Evet, bundan sonrası ne olacak, bu sadece bir geçiş süreci mi, bize dayatılmaya çalıştıkları dünya gerçekten bu mu, hangi ruh bunu isteyebilir, bunu beğenebilir ki?
Mutsuz insanlar çoğaldıkça kendine olan özgüvenleri yavaş yavaş solmaya başlıyor, özgüven de bedeni terk etmeye başlayınca insan kendine olan saygısını yitirmeye başlıyor. Kendine saygısı olmayan bir insan da etrafında mutlu insan görmeye tahammül edemiyor, sonra da mutlu mesut olan insanların hayatlarına müdahale edilmeye başlanılıyor. Hatırlarsanız eskiden evde pişirilen ekmekler, evde bahçeden yetişmiş sebzelerden olan salçalar, evde yapılan dondurma gibi yiyecekler hep aslında bize sanki yokluktan yapılmış ve aslında satın alamadıkları ve mutsuz oldukları için yaptıklarını zannetmemize sebep oldu. Marketler çoğaldıkça, hayat kolaylaşıyor, artık evde vakit harcamaya gerek yok, o vakti para kazanmaya harcamaya yönelik yeni işler ve icatlar çıktı, aslında bakarsanız zaman o aynı zaman, elinle yaptığını değil de başka birinin şirketini kazandırmak için aynı o vakti başka biri için harcamış oluyorsun. Böyle sanki iki kişi kazanıyormuş gibi görünüyor ama hayır. Senin harcadığın emek ve zaman ile sadece başka birinin ürününü satın almış oluyorsun. Sonra da hepsi sağlıksız olmuş oluyor paketlenmiş her şey insanın sağlığını bozuyormuş diye bir gerçekle ortaya çıkıyor ve yeniden organik hayata dönmeye çalışıyorsunuz ki ne göresiniz bunu artık sadece zenginler elde etmeye başlamış. Meşhur köy yumurtası, eskiden bedava olan domatesin bile şimdi fiyakalı marketlerdekinden iki kat daha pahalı.
Anlaşılan normal olan her şey güzeldi ama kapitalizmin dayattığı sisteme geçiş yaparken elimizdekinden de olduk. En son elimizde kalabalık mutluluklarımız vardı onu bile aldılar artık. Sundukları süslü dünya o kadar yapmacık ki, var olan mutluluğumuzu bile elimizden almaya başladılar. Mekanik bir dünyaya geçiş gibi görünen bu serüvende insanlar artık eskiyi daha çok özler oldu ama sadece özlemekle kaldı, geriye dönmek o kadar imkânsız ki artık. Çünkü insanların kolları, elleri kapitalizmin zincirleri ile bağlı.
Kala kala elimize kalabalık acılar ile yalnız ve bencil mutluluklar kaldı…