Birkaç aydır evde virusten uzak durmak amacıyla kapanık kaldık. Zaman zaman evden dışarı nefes almak için çıkıyoruz, ancak böyle doğayla buluşma tatmin etmiyor çoğumuzu. Bunları yazarken 65 yaş üstü yaşdaşlarımı düşünerek ortaya atıyorum. Bizleri, arkadaş, dost, güzelim ortamdan iyi niyetli de olsa böyle uzaklaştırma gerçekten yaşamımıza istenmeyen görüntüleri de ortaya atıyor. Doğrudur bu ölümcül virüsü yenmek yine de bizlerin elimizde. Biraz gayret, biraz da sabır fazla anlayış ümit ediyorum ki bu ölümcül virüsün de üstesinden geleceğiz. Olumlu düşüncemizin katkısı böyle bir virüsü geride bırakmamız da en büyük desteğimiz olacaktır.
Virüsten dolayı çıkamadığımdan memleketimi, Üsküp’ümü, yakınlarımı özlediğim de ayrı duygu. Umarım yakında herşey yoluna girer de memleketimdeki ailem, arkadaşlarım ve yakınlarımla görüşür özlem giderebilecem.
Zamanımın çoğunu zoraki evde geçrirken ne mi yapıyorum, edebildiğim kadar gazete, kitap okumaya gayret ediyorum. Bu ara kalemi güçlü yazarların tarihe damgasını vuran kitaplarla başbaşa olmak da ayrı bir zevk.
Derken okuduğum kitaplardan biri bende bildiğim zannettiğim bilmediklerimi öğrenmek ve unutulmayacak duyguyu yaşattı.
Kitabın baş konusu, Nazim Hikmet, annesi Celile ünlü şair güzelim Üsküp evlatlarından Yahya Kemal Beyatlı. Kitabın adını ve yazarını yazımda reklam olmasın anmadığımdan, beni bağışlayacağınıza eminim.
Ancak kitap yazarının düşüncelerini aktarmayı uygun buldum. Osmanlı’nın en güzel kadınlarındandı. Saray ressamı Fausto Zonaro’nun rahleyi tedrisinden geçti. Paris ve Roma’da eğitim gördü. Adını resim sanatına altın harflerle yazdırdı. Padişah hafiyeleriyle, Balkan çetecileriyle, ittihat ve Terakkicilerle boğuştu. Korku nedir hiç bilmedi. Gönlünü kendinden dört yaş küçük olan Yahya Kemal’e kaptırdığında evliydi, iki çocuğu vardı. Ela Gözlü Pars diye şiirler yazdı ünlü şair onun için. Güzel kadın, hayatında ilk kez bulutların üzerinde uçtuğunu düşündü. Aşkı uğruna eşini, evini terk etti. Maalesef onu taşıyabilecek büyüklükte bir yüreğe sahip değildi şair. Onu yarı yolda bıraktı, sıvışıp kaçtı. Çok üzüldü, kahroldu ama yıkılmadı ela gözlü pars.
Aynı çocuk iki kere doğurulabilir mi? Doğurdu Celile. Oğlu Nazım Hikmet yirmi sekiz yıllık hapis cezasının 12. yılında ölüm orucuna başlayınca, bir panter gibi ileri atıldı ve büyük şairi ölümün kıyısından çekip aldı.
Sevgili TimeBalkan okurlarım, yazarın yazdıklarından, Nazım Hikmet, annesi Celile ve Yahya Kemal Beyatlı’nın yaşadıklarının özetini anlatmaya çalışacağım. Osmanlı’nın Balkanları kaybedilişinin tüm detaylarıyla, güzel yazı uslubuyla anlatımı ise kitaba ayrı değeri katıyor. Derken kitaba okuru bağlamak yazarın güçlü kalemi önemlidir. Böylece yazarın bu konuda hayli başarılı olduğu tarihi olayları anlatırken taraf olmaması, okura gerçek bilgi vermesi ise ayrı değeri yaratıyor.
Olaylar 1902’den sonra anlayacağınız, Nazım Hikmet’in doğuşundan sonra ele alınmıştır.
Nazım Hikmet Selanik’te doğuyor. Ailenin her iki tarafı yani anne ve babası Saray eşrafın çocukları. Mutlu ve varlıklı, sarayda yaşayan ailede doğan ve büyüyen Nazım Hikmet’in çocukluğu mutlu, sıkıntısız geçiyor. Tek sıkıntı, o dönemlerde Balkanlar’daki olaylar oluyor. Osmanlı, varoluşunun son dönemini yaşıyor. Balkanlar elden gidiyor, tabiki kitapta yazarın anlattıklarına göre dış düşmanlardan başka oralarda yaşayanların (genelde Osmanlı’ya karşı olanların dış düşmanlara hizmet etmeleri) küçük çapta yaptıkları çıkışlarını okurken inanın ki üzülmemek elde değil. Güzelim Balkanlar ve orada yaşayanların mutsuzluklukarı okura etki yapıyor, hele ki oralarda doğup, büyüyen ve yaşlananların bu güzelim toprakların kaybedilişi üzüntüsünü anlatmam mümkün değil.
Dönemin tarihini yazar unutulmayacak anıları öyle güzel anlatmış ki,benim ilgimi çeken kitaptaki öne alınan konu hakkında düşüncemi anlatmaya çalışacağım.
Evet Nazim Hikmet Saray,da doğan her iki Paşa dedesinin yanında büyümüş, güzel okullarda okumuş sonraları da değerli yazar olmayı başarmıştır. Annesi Celile, yazarın anlattığına göre güzel kadın, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirlerinde “Mavi Gözlü Pars” olarak hitap ettiği sevdiği kadınla yaşadıkları gerçekten de dillere destan olmuş bir aşktır.
Böyle yaşanan aşk hakkında bilgim çok azdı ve de böyle bir aşkın sönüp bitmesinin kulaktan dolma bilgilere sahiptim. Demek ki, aşkın bitişi bildiklerimin dışındaymış. Nazım Hikmet yukarıda yazdığım gibi güzel okullarda öğretim almış, genç delikanlıyken, Yahya Kemal Beyatlı, edebiyat öğretmeniymiş ve de şiir yazma sevdasını da öğretmeninden almış ki sonraları öz duygularını şiirlerinde dile getirebilmiştir. Derken Yahya Kemal Beyatlı, Nazım’ın öğretmeniyken annesi Celile ile aşk yaşamış. Ve böyle dillere destan olan aşkın devam etmemesine de maalesef Nazim Hikmet sebep olmuş.
Yıllar önce Nazım lise öğrencisiyken (17 yaşında) hocası Beyatlı’nın cebine pusula atıyor. Pusulada evime hocam olarak girebilirsin babam olarak asla yazıyormuş. Bu pusula annesi Celile ile şair arasındaki aşkın sonlandırılmasına neden olmuş. Öyle ki kişiliği güçlü şair pusulayı okuduktan sonra bir daha asla Celile ile görüşmemiştir, oralardan uzaklaşarak aşkını yüreğine gömmüş.
Aradan uzun zaman geçiyor. Nazım Hikmet genç yaşında okuduğu kitapların etkisi altında kalarak, dönemin yaşananlarına karşı çıkmış ve de hapse mahkum edilmişliğini kitaptan etkilenerek yazıyorum. Nazım Hikmet’in şiirlerinedeki siyasi görüş hakkında çok yazıldı çizildi, siyaset hakkında gazetecilik dönemimde yazılar yazmadığımdan dolayı burada da bu konudan kendimi uzak tutmaya çalışacağım.
Nazım Hikmet siyasi çıkışlarından dolayı 1940’ların sonlarında hapse atılıyor. Öyle ki hapse atıldığında ölüme mahkum oluyor. Kendisini suçlu bulmayan Nazım Hikmet açlık grevine başlıyor. Oğlunu kurtarmak için Celile pankart hazırlıyor. Pankartta şunlar yazılı: Haksız yere mahkum edilen oğlum Nazım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum. Gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini de yazarak imzalasınlar.
Bu pankartla anne Celile ve eşi Piraye Galatasaray köprüsünde masa kurarak, imza toplamaya başlıyorlar. Böyle imzaları toplarken Piraye masadan ayrılarak oradan geçen bir beyefendinin yanına koşarak kalemi ve kağıdı uzatıyor. Geriye döndüğünde Celile’ye geçen beyefendi Yahya Kemal’dı, ancak beni bu işlere karıştırmayın dedi.
Yahya Kemal Beyatlı’nın bu davranışını şahsen haklı buldum. Kişiliği güçlü olan şair, yıllar öncesi bir aşkın sonuna sebep olan birine yardım etmesinden kendini uzak tuttuğu da ne oldum dememeli ne olacam demeli sözü bir hatırlatmadır insanoğluna.
15 Temmuz 1950 yılında yürürlüğe giren Af Yasası ile Nazim Hikmet özgürlüğüne kavuşuyor. Ancak hayatında yaşadıkları aşklarından mutlu olmadığı da apaçıktır. Sevdalarına mektuplar yazan Nazım Hikmet öz halası kızına da aşık oluyor ki, bu da kendisine çizmiş olduğu siyasi yoluna ters düşen bir durumdur. Demek ki insan aşık olduğunda hiçbirşeye boyun eğmiyormuş. Bu da kendisine hayatın dersi olmuştur.
Celile’yi umarım merak ediyorsunuzdur. Celile oğlu Nazım’ın özgürlüğüne sevinerek 76 yaşında hakkın rahmetine kavuşuyor. Yahya Kemal Beyatlı ise hayatına yaşadığı aşkın hatıralarıyla devam ediyor. Nazım Hikmet ise, okuduğum şiirlerinden aşk yaşamında hiç mutlu olmamıştır. Böylece dolu dolu yaşanan bir aşkın gerçeğini öğrenebildim. Öyle ki kulaktan dolma bilgilerin her zaman doğru olmadığını bizlere gösteren bu kitabın değerli yazarına teşekkürler.