Şerefü’l Mekân Bi’l Mekîn

Osmanlı Devleti Balkanlar’dan çekildikten sonra, sistematik olarak insanların göçe zorlanması, ardından göç etmeyenlere uygulanan baskılar bilinen bir olay. Eskiler “Şerefü’l mekân bi’l mekîn” derlerdi, kişiler göçe zorlanınca mekânlar biraz daha öksüz biraz daha yalnız kaldı.

Son yüzyılda Balkanlar’da nice tarihi eser yıkılmış, kendiliğinden yıkılanlar da kaderleri ile başbaşa kalmıştır. Prizren’e giderseniz ara sokaklarda tek başına mücadele eden camisiz bir minare görürsünüz. Bir savaş olur, köprüler ve minareler bombalanır, depremde hasar gören yapılar, öylece bırakılır, zamana karşı mücadele etmeye çalışırlar. Bu tarihî yapılar öyle özel yapılar ki, hem mimarî hem de sanat değerleriyle insanlara hizmet ederdi. Bizler biliyoruz ki, buralarda Osmanlı kimliğini yok etmeye çalışan bazı düşmanlar var, bilerek bu gibi yapıların üzerine farklı yapılar inşaa ettiler. Peki, tarih değişir mi? Hayır. Olan sadece bu güzide eserlere olur.

Geçen hafta Makedonya’nın Ohri şehrinde yenilenen Ali Paşa Camii’nin açılışına şahitlik ettik. Caminin minaresi yoktu, o minare yapılmasın diye de türlü türlü sorunlar çıktı. Çok şükür cami minaresinden 107 yıl sonra ezan okundu. Bu gibi yapıların yenilenmesi konusunda Türkiye elinden geleni yaptı, yapıyor.

Ali Paşa Camii, Ohri şehrinde 1573 yılında Süleyman Paşa tarafından yaptırılan bir camii, mimarı Koca Sinan olma ihtimali var. Caminin bir kısmı 1823 yılında yıkılmış olup, dönemin Belgrad veziri Maraşlı Ali Paşa tarafından onarılmış. Ancak 1912 yılında Bulgar milisleri tarafından minaresi yıkılmıştır.

Bu vakıf eseri 2017 yılında, yeniden ihya çalışmalarına başladı. 32 buçuk metre yüksek olan minaresi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından inşaa edildi. Dedim ya minaresi azıcık sorun yarattı, şehrin Hristiyan dokusuna zarar verecek endişesiyle, defalarca protestolara maruz kaldı, “Ohri Mekke değil” sloganları ile hem de.

Savcılık talimatı ile, şantiyeye getirilen malzemelerin girişleri yasaklandı. Şehrin Müslümanları gece gündüz sırtlarında o malzemeleri taşıyarak bu minareden vazgeçmedi. Gerek Türkiye Cumhuriyeti Üsküp Büyükelçiliği, gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğünden yetkililer bu işin peşini bırakmadı, diplomatik yazışmalar, halkın dirayeti, karşı tarafın “nefret söylemleri” bir tarafa derken çok güzel bir şekilde açılışı yapıldı.

Tüm bunlar olurken, gözüme Mostar köprüsünün bombalanan görüntüleri geldi. Düşünün bir taraftan diğer tarafa geçmenizi sağlayan bir köprü sadece. Nice emekler sarf edilmiş yapımında, ancak bazen bu nefret öyle bir hâl alıyor ki, insanlığa hizmet eden bu gibi yapılar bile gözünüzün önünde yıkılıyor. Bu gözüdönmüşlük insanı tedirgin ediyor. Yenisi yapıldı elbette, ama hafızalarda o yıkılan görüntüyü silemiyor işte.

Çocukken, evimin tam karşısında bir camii vardı, Hüdaverdi Camii. Birkaç duvarı yıkılmış, minaresi yoktu, ancak birkaç merdiven ile minaresine olan çıkışı duruyordu. Otlar sarmıştı o çıkışı, çocuk oyunlarımızın içinde saklambaç oynarken bizi çok iyi gizliyordu. Minare çıkışından kafamızı çıkartınca mahalleyi daha da iyi görüyorduk. Kule görevini görüyordu, her tür oyunun içine dâhil ediyorduk Hüdaverdi’yi. Okula giderken tam okulun karşısında Dükkâncık Camii, onun da 3 duvarı yıkılmış ama minaresi duruyordu, harabe bir görüntüsü vardı, Kurşunlu Handan çarşıya çıkan yolda ise tamamen otların sardığı bir duvar vardı, ne camiden bir iz ne de minaresinden bir iz vardı ama biliyorduk orası Arasta idi. Sağda solda yıkılan hamam duvarları, bazı türbeler ve efsanelerini dinlerdik hep. Altı Ayak Türbesi, Kral Kızı vs. nice olaylar anlatırdı eskiler onlarla ilgili. Masal gibi gelirdi bize.

Aslında hepsi bizdik, hepsi bizim kimliğimizdi, göç etmeye zorlanan insanlar gibi, onları da göçe zorluyorlardı. Bizler çocukken oyunlarımızda onlar birer yaşlı dede gibi etrafımızı gözlermiş meğer ve bu yüzden bizim için hepsi vatandan birer emanetti. Bizim geriye kalanımızdı. Sancağımız, kulemiz, nöbet yerimiz, bayrağımız, ecdadımızdı…

İsmi geçen camiler günümüzde çok şükür yeniden onarıldı, ayaklandı, ezanlar yeniden duyulmaya başladı onlardan. Kimse ne dininden bir şey kaybetti, ne de inancından… Onlarla birlikte bu şehir kazandı aslında. Bu gibi yapılar şehre zenginlik katanlardı, birer renk idi, tabi anlayana ve değer verene…

Read Previous

Salih Murat – Meclis, Anayasa Mahkemesi’yle İlgili Düzenlemeler Getirebilir

Read Next

Bosna Hersekli sinemaseverler Türk filmlerine doyacak

2 Comments

  • It is not my first time to go to see this web site,
    i am visiting this site dailly and take good facts from here everyday.

  • This site certainly has all of the information I wanted about
    this subject and didn’t know who to ask.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *