Ömrünü Balkan Türklerini araştırmaya adayan adam: İsmail Eren

Hayatını Balkan Türklerinin kültürünü araştırmakla tüketen İsmail Eren’i vefatının 25. Yıldönümünde saygıyla anıyoruz.  Balkan Türkeri’nin örf ve adetlerini, manevi ve maddi kültürünü araştırmak ve birçok değeri gün yüzüne çıkarmakla ömrünü harcayan İsmail Eren’i yakın arkadaşı ve Makedonya’nın önemli yazarlarından Fahri Kaya’nın Köprü Dergisi’ne yazmış olduğu yazılardan esinlenerek hazırladığımız haber ile hatırl(at)ıyoruz.

TİMEBALKAN ÖZEL

1923 yılında Üsküp vilayetinin bir sancağı olan Koçana’da dünyaya gelen İsmail Eren,  şehirdeki biricik cami imamı olan İbrahim Efendi ile Hafız Tayyibe Hanımın en büyük çocuklarıdır. 7 yaşına varmadan önce şehirde babası tarafından yönetilen sübyan mektebini ziyaret etmeye başlayan İsmail Eren daha sonraki yıllarda bilimsel araştırmalarında işine çok yarayacak elifbayı burada öğrenir. Daha küçük yaşta iken Hocazade olarak, dinine, milli duygularına, örf ve adetlerine son derece sadık ataerkil bir ailede yetişen soylu bir kişi olan Eren, okula yazılma çağına bastığında, bu topraklarda, ana dilinde öğrenim görme şansı olmayan yüzlerce, binlerce çocuk gibi o da ilkin Sırp okuluna yazılır.

1936 yılında Üsküp’te Gazi İsa Bey Medresesi açılınca babası, İsmail Eren’i buraya kaydeder. Böylece savaşın başlamasına kadar dört yıl Üsküp’te kalır. 1941 yılının ilkbaharında Bulgarlar Üsküp’ü istila ettiklerinde doğum yerine döner. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, doğum şehri, Bulgar istilası altında olduğu dönemde, yeni yöneticilerin Batı Makedonya’daki Türklere karşı uyguladıkları adaletsiz siyasetler yüzünden, birkaç yıl okul dışında kalır. Nazi Bulgar rejiminin sona varması ve yeni Yugoslavya’nın kurulmasıyla, tekrar öğrenimine devam eder ve lisenin son sınıflarını Üsküp Erkek Lisesi’nde bütünler.

solda

İsmail Eren, 1948 yılın sonbaharında, biraz da ailesinin ısrarı üzerine, Üsküp’teki Tıp Fakültesi’ne yazılır. Burada iki yıl kalıp gereken sınavları zamanında vermesine rağmen tıbbiye mizacına ters düştüğünden fakülteyi terk edip 1950-51 öğrenim yılında, Belgrad Üniversitesi, Felsefe Fakültesi çatısı altında bulunan Şarkiyat bölümüne kaydolur. 1955 yılında, mezun olunca bir ara Belgrad’da kalarak burada üniversite kütüphanesi ile Sırp Bilimler Akademisinde incelemelerde bulunur. Nihayet, 1957 yılında, Balkan Savaşlarından sonra Makedonya Türkleri arasında baş gösteren en büyük göç dalgasına karşı koyamayan ya da karşı koymak istemeyen binlerce Rumelili aile gibi İsmail Eren’in de ailesi Türkiye’ye göç eder.

Yeni yurda vardığında İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Türk İktisat Tarihi Enstitüsü’nde, Cumhuriyet döneminin başta gelen tarihçilerinden biri ve Türkiye’de ekonomi tarihinin ayrı bir bilim kolu olarak yer almasında önayak olan Prof. Ömer Lütfü Barkan’ın yanında çalışmaya başlar. Aynı zamanda da, Belgrad’daki yükseköğrenimini yeterli bulmamış olacak ki, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne yazılır ve burada dört yıl dil ile edebiyat derslerini izler.  1963 yılında, gene İstanbul Üniversitesinde, ama bu defa Tıp Tarih Enstitüsü’ne geçer ve burada okutman olarak çalışmaya devam eder. 1969 yılının sonuna kadar bu görevde kalır. O yıldan sonra, belli bir görevde kalmamaya karar verir ve yaşamını tamamen bilimsel çalışmalara adar. Türk kültürünün geçmişini başarılı bir biçimde değerlendirebilmek için başta, Balkan devletlerinin merkezlerindeki kütüphane, arşiv ve tarihi enstitülerinde ciddi incelemeler yapmaya devam eder. Bu araştırmalar sonucu olarak da, Balkan Türklerinin kültür tarihiyle ilgili birçok değerli yazıya imzasını atar.

Amansız bir hastalığa yakalanan İsmail Eren, 29 Ocak 1993 yılında İstanbul’da hayata gözlerini yumdu. Ardında, değerli çalışmaları, Balkanlarla ilgili örneğine zor rastlanabilecek zengin bir kütüphane, kendisini sevip sayanları ve büyük divan şairi Baki’nin dediği gibi hoş bir seda bıraktı.

İsmail Eren, çalışmalarını kitaplarda toplayıp yayınlamayı çok istese de yazdıklarını kitap halinde yayınlayamadan bu dünyadan göç eder. Yayınlanan çalışmalarını konurlarına göre sınıflandırmak gerekirse, Türk Halk Edebiyatı ile bunun Balkanlardaki öteki ulusların edebiyatları üzerindeki etkisi, Rumeli Türk kültürünün varlığı ve olayların yorumlanması (Yugoslavya’da Türk basını ve Türkiye Türkçesine dair yayın ile ünlü Türkologların hayatı ve çalışmalarıyla ilgili yazılar olarak adlandırabilir).

Araştırmalarına doğup büyüdüğü ülkedeki halk varlığını incelemekle başlayan İsmail Eren, yayın hayatına folklor alanındaki araştırmalarıyla girdi. Bu kapsamda ilk yazılarından biri Üsküp’te yayınlanan Sesler Dergisi’nin 24. Sayısında yayınlanan “Yugoslavya Türklerinin Folkloruna Dair Bazı Önemli İnceleme ve Kaynaklar” başlıklı yazısıdır.

Yugoslavya Türklerinin folklorunu derleyip incelemenin ne denli önemli olduğunu anlatmakla yetinmeyen İsmail Eren, kollarını sıvayarak Balkanlardaki Türklerin halkbilimini derleyip değerlendirmeye girişir. Bu konuda gene ilk çalışmalarından biri “Manastır Türklerinin Bazı Hıdrellez Adetleri” başlıklı yazısıdır.

Balkanlarda beş yüzyıl süren Osmanlı egemenliğinin sona ermesinden hayli bir zaman geçmesine rağmen bu bölgede yaşayan halklar arasında Türk kültürünün maddi ve manevi etkisinin hala çok canlı olduğunu tespit eden İsmail Eren, 7 bine yakın Makedon atasözü ve deyiminden büyük bir kısmının Türkçe’de olduğu gibi veya çok benzer bir biçimde Türkçe’den Makedonca’ya çevrilerek kullanıldığını saptar.  Bu değerlendirmeleri de “Makedonların Kullanmış Oldukları Türk Atasözleri ve Deyimleri” adlı yazısında ifade eder.

Makedonlar arasında kullanılan Türkçe atasözleri ve deyimlerinden sonra İsmail Eren, “Bulgarcada Kullanılan Türkçe Atasözleri ve Deyimler” adlı yazısını yayınlar. Bundan önceki yazılarına nispeten daha kapsamlı olan bu yazısında Bulgarların da, düşüncelerini daha ayan, daha belirgin, daha inandırıcı olarak ifade edebilmeleri için Türkçe atasözleri ile deyimlerinden çok yararlandıklarını hatırlatırken bunlardan bazılarının, muhalefet partilerin yayınladıkları bildirilerde, siyasi slogan olarak kullandıklarını bildirir.

İsmail Eren’in çalışmaları arasında Eski Yugoslavya topraklarında Türk kurum ve kuruluşları, anıtları ve basınıyla ilgili bilimsel incelemelerin de ayrı bir önemi vardır. Balkanların bu bölgesindeki Türk kültürünün maddi izlerinden ayrı ayrı söz etmeye başlamadan önce İsmail Eren, “Rumeli’de Türk Kültürü” yazısında konuyla ilgili daha derli toplu bir giriş yapmaktadır. Bu yazısında, Rumeli’deki camilerden, medreselerden, tekkelerden, imaretlerden, hastanelerden, hanlardan, hamamlardan, bedestenlerden, kervansaraylardan, saat kulelerden, köprülerden, kütüphanelerden, hastanelerden ve derneklerden başka minyatürcülük, hattatlık, müzik ve tiyatro alanında olan izler, daha doğrusu etkiler hakkında çok önemli bilgiler sunmaktadır.

İsmail Eren’in, Üsküp’te 1897 yılında, Türkiye’de modern anlamda kurulan okullara ilk sanayi okulunun kuruluşuyla ilgili “Üsküp – Kosova Vilayeti Sanayi Mektebi” isimli yazısı da, dikkate değer önemli bir metindir. Bu yazısında o, 1963 depremine kadar Üsküp’te Islahhane parkı ile öğretmen okulu arasında bulunan Kosova vilayeti zanaat okulu hakkında topladığı bilgileri sergileyip bunların yorumunu yapmaktadır. 1888 yılının eylül ayında, Kosova vilayeti merkezinin Priştine’den Üsküp’e geçmesiyle buraya taşınan ve zanaat okulu binasında çalışmasını sürdüren vilayet matbaasının kuruluş ve gelişme tarihini İsmail Eren ayrı bir yazıda anlatmaktadır.

Balkan Türklerinin örf ve adetlerini, manevi ve maddi kültürlerini araştırmak ve birçok değerleri gün yüzüne çıkaran yazılarından sadece birkaçından bahsedebildik. Tarihimizi yazan, hedefinin bu bölgelerde zengin bir Türk varlığının bulunduğunu ve bunu şu veya bu biçimde günümüze kadar yaşadığını göstermek, ispat etmek olduğu İsmail Eren’i hatırla(t)mak son derece önemli.

Makedonya’nın önemli yazarlarından ve İsmail Eren’in 50 yıllık dostu olan Fahri Kaya, “Kendini ve sözünü bilen, onurunu koruyan bir sohbet ustasıydı” diyerek İsmail Eren’i tanımlarken son görüşmelerini şöyle anlatıyor:   Son görüşmemizde, İstanbul’da Laleli’de, Beyazıt’tan Aksaray’a giden yol üzerinde bir lokantadaydı. Öğlen yemeğimiz, adet edildiğinden çok çok daha uzun sürmüştü. Ben emekliliğe yeni ayrıldığımdan ona nelerle uğraşmayı niyet ettiğimi anlatıyor o da, çalışmalarından söz ediyordu. Büyük planları vardı. Ben bir ara yazılarını toplayıp kitaplar halinde yayınlaması üzerinde durmuştum. O da “olacak” demişti. Ama olmadı. Yapamadı. Kefeni yırtamadı. Lokantadan ayrıldığımızda o Fatih’teki evine gitmek üzere, Beyazıt’a doğru, ben de, Aksaray istikametine yürüdüm. Bir ara sonra gidişini izlemek için döndüm. Bir de baktım, o da dönüp beni seyrediyordu. Bir birimize el salladık. Cenazesinde bulunamadım. Kabrine bir avuç toprak serpemedim. Ömrünü Balkan Türklerinin tarihini araştırıp yazmakta tüketen ve böylelikle Rumeli Türklerinin tarihinde derin iz bırakan İsmail Eren saygıyla anılması gereken değerli bir kişidir. Günün birinde yazdıklarının kitaplar halinde yayınlanacağına inanmak da gerek. Rumeliler olarak da bunu borçluyuz”.

Balkan Türklerinin saygın araştırmacısı İsmail Eren’i vefatının 25. Yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz..

 

Read Previous

“İlk tutuklular en erken cuma günü tahliye edilebilir”

Read Next

Bulgaristan vatandaşlığı alanların sayısında düşüş

1,126 Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *