“Fata Nine bir öğretmen ve insanlığa çok önemli dersler veriyor”

Savaştan önce ailesiyle birlikte Srebrenitsa şehrinin Konyeviç Polye köyünde yaşayan Fata Nine, savaşın çıkması, Sırpların köyüne saldırması ve eşinin şehit olmasından dolayı kendisi de mecburen köyü terk etmek zorunda kalır. Sonrasında bir mülteci kampında tek başına yaşamaya başlayan Fata Nine, bir gün radyoda rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in “mülteci olan Boşnakların tekrar evlerine geri dönebilme hakkı olduğuna” dair bir konuşmasını işitir ve savaştan iki yıl sonra mülteci kampından yola çıkıp evine geri döner. Teyzemiz eve geldiğinde, evinde bir Sırp aile, bahçesinde de papazın deyimiyle bir “İnat Kilisesi” ile karşılaşır. Fata Nine’nin “İnat Kilisesi” ile mücadelesini genç yönetmen Muhammed İbrahim Şişman belgesele konu eder. Fata Nine’nin mücadelesi ve yoğun uğraşlarla çektiği belgesel hakkında yönetmen İbrahim Şişman ile yaptığımız samimi sohbeti siz okuyucularımızın beğenisine sunuyoruz.

Söyleşi: Seyyid EMİN, Fotoğraf: Ümeys SÜLEYMAN/ TİMEBALKAN

Kendinizi tanıtır mısınız?

Adım Muhammed İbrahim Şişman 1994 İstanbul doğumlyum. Şu anda İstanbul Üniversitesi’nde İşletme Bölümü’nde okuyorum. Okulun yanında, kısa film, belgesel projeleri yazmaktayım. Bir kısmını hayata geçirmeye çalışıyorum. Daha önce yaptığımız kısa filmler var, bir tane de belgesel var.

Belgeselde Bosnalı Fata Nine’nin savaş sonrasında karşılaştığı sürprizi anlatıyorsun. Belgesele geçmeden önce Fata ninenin hikayesini dinleyebilir miyiz?

Bizim Fata ninenin hikayesiyle tanışmamız çok ilginç oldu. İstanbul’da bir gün arkadaşlarla beraber bir kafede otururken yan masada ağlayarak bir adam birisine bir şey anlatıyordu. Biz de ister istemez kulak misafiri olduk. Sonrasında yan taraftaki abiye bir laf attık. Merak ettik çünkü, bu adam ne anlatıyor, neden ağlıyor diye. Önce bir Bosna hikayesi oldunu işittik. Sonra sorduk bu hikaye nedir diye. Kendisinden bu hikayeyi dinlemeye başladık. Tabi bu hikaye bizi çok etkiledi. Ben hikayeyi duyduktan 3 ay sonra hikaye nedir ne değildir diye araştırmak için Bosna’ya gittim. Orada da Fata Orloviç’in şu hikayesiyle karşılaştım. Malum savaştan önce ailesiyle birlikte Srebrenitsa şehrinin Konyeviç Polye köyünde yaşamakta. Savaşın çıkmasıyla beraber, Sırplar köyüne saldırıyor ve göç etmek zorunda kalıyorlar. Göç sırasında eşi şehit oluyor. Akrabaları Tuzla’ya doğru gidiyor. Kendisi de mecburen köyü terk etmek zorunda kalıyor. Sonrasında bir mülteci kampında tek başına yaşamaya başlıyor. Savaşın bitmesiyle beraber bir gün radyoda rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in bir konuşmasını işitiyor. O konuşmada, anlaşmanın imzanlandığı, mülteci olan Boşnakların tekrar evlerine geri dönebilme hakkı olduğunu duyan teyzemiz savaştan iki yıl sonra mülteci kampından yola çıkıp evine geri dönmeye başlıyor. Bizim hikayemiz de tam da burdan sonra başlıyor. Teyzemiz eve geldiğinde, evinde bir Sırp aile, bahçesinde de bir Sırp Ortodoks Kilisesi’yle karşılaşıyor.

Bizim belgeselde  devam eden dava sürecinden dolayı değinemediğimiz bazı kısımlar oldu. Ben burada o kısımları da anlatacağım. Fata nine evine geliyor. Evde Sırp bir aile, konuşmaya başlıyorlar. Teyze evin kendisine ait olduğunu gösteren kağıdı cebinden çıkarıyor ve evin kendisine ait olduğunu kanıtlıyor. Onlar da diyor ki biz hemen çıkamayız. Ayrıca biz çıksak bile, biz bu eve geldiğimizde bu evin kapısı, penceresi, çatısı yoktu. Bunları biz yaptık, bunları yıkar gideriz, diyorlar. Teyze de, gidin de nasıl giderseniz gidin diyor. Bu Sırplar bir süre sonra, devletten de beklenen kağıt geldiğinde hakikaten de kapıyı, pencereyi yıkıp gidiyorlar. Sonra teyzenin bahçesindeki kilisenin papazlarıyla bir muhabbeti var. Fata nine bunları dışarıya çağırıyor ve diyor ki, “bu bahçe bana ait, siz ben yokken buraya bu kiliseyi dikmişsiniz, bunu buradan kaldırmanızı istiyorum”. Papazlar da, Fata bizi istediğin yere şikayet edebilirsin, diyorlar. O da Srebrenitsa mahkemesine bu şahısları şikayet etmek için gidiyor. Mahkeme Fata Orloviç’i haksız buluyor. Çoklu etnik yapıyı bozmaktan dolayı teyzeyi para cezasına çarptırıyorlar. Sonrasında şu an ki Bosna Hersek hükümeti, SDA Partisi nineye bir avukat tutuyor ve Fata Orloviç’in tekrardan bir dava süreci başlıyor. Bu sırada papazlar, teyzenin evine ziyarete gelmeye başlıyorlar. Papazların ilk teklifi bu dava işlerini bırak, sana 1.2 milyon avro vereceğiz. Fata nine bunu kabul etmiyor. Sonrasında teyzeye bir takım tacizlerde bulunmaya başlıyorlar. Pazar ayinleriden çıkıp evini taşlamalar, gelip darp etmeler ama teyze hiçbir şekilde yılmıyor. En sonunda bir polis gelip, ki bunun internette resmi de var, Fata ninenin elini bıçakla kesiyor. Ondan sonra bu Bosna çapında büyük bir haber oluyor. Ne yazık ki birçok siyasi Boşnak parti Fata ninenin bu durumunu seçimlerden önce bir siyasi propaganda olarak kullanıyorlar. İşte biz gelirsek çözeceğiz söylemleri dile getiriliyor. Halbuki ne Hırvat, ne Boşnak, ne Sırp kimsenin bu durum umrunda değil. Bu mahkeme süreci devam ederken Bosna-Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti’nin Başkanı Dodik’in teyzeye bir teklifi daha var. tamamen bu işleri bırakıp olayı büyütmemesi için 2 milyon avro teklif ediyor. Çünkü muhtemelen dava daha üst mahkemelere taşınacak, bundan çekiniyorlar.

Dava sürecinde son durum şu: 2008 yılında mahkeme Fata Orloviç’i haklı buluyor, fakat üst mahkeme bu kararı durduruyor. 2008’den bu yana da hiçbir şey yapılmamış. Şu an kendisi hala orda tek başına o evde bahçede kiliseyle birlikte yaşıyor. Kilisenin kapısı şu an mühürlü, içeri girilmiyor, şu an aktif değil. Herhangi bir işlem de yapılmış değil. Öyle kalmış durumda. Kamera kapalı olduğunda, birebir konuştuğumuzda teyze diyor ki, “Dodik bana 2 milyon teklif etti ama ben bunu kabul edemem çünkü eşim bu yolda şehit oldu. Bunu kabul etmem mümkün değil”. Bu kilise Sırplar için çok önemli, diğer tarafta Boşnak bir karakter var. Yıllardan beri sürekli çatışmış ve hiçbir zaman da geri adım atmamış. Fata nine defalarca para tekliflerini kabul etmesini söyleyen birçok Boşnak siyasetçinin kendisine geldiğini de anlattı.

Belgeseli yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

Öncelikle karşılaştığım ilk acı gerçek şu oldu. Türkiye’de bununla alakalı hiçbir şey yok. Konu bilinmiyor. Hatta ben zaman zaman bu konuyu bahsettiğimde, bu bir destan mı diye soranlar oldu. Ben belgeseli çektikten sonra bile, bu gerçek bir hikaye mi yoksa kurmaca birşey mi yaptın sorularıyla karşılaştım. O derece; kimse böyle bir şeye ihtimal dahi vermiyor. Ben ilk etapta Bosna dışındaki arkadaşlara; bu hikaye Balkanlarda biliniyor mi diye mesajlar yazdım. Fata Orloviç diye birini duydunuz mu, biliyor musunuz diye Kosova’ya, Makedonya’ya yazdım. Hiç kimse bunu bilmiyordu. Bu da çok ilginçti. İlk başta ben bu hikayeyi duyduktan sonra, kafamda bir belgesel çekeyim diye bir fikir yoktu aslında. Sadece ben bunu dostlarıma anlatıp, biz bunun için ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Ve bu hakkaten bizim çay sohbetlerimizin gündemi olmaya başladı. Acaba bir yardım mı organize etsek, işte birilerine mi izah etsek. Ne yazık ki hiç kimsenin bu durumdan haberi olmadığı belliydi. Sonra bir gün bir abiyi ziyarete gittim. Sohbet ederken, kafamda bir belgesel yapma fikri olduğunu söyledim. Ama Fata Nine değil Balkanlarda göç konusunu konuşuyorduk. O abiyle bu konu hakkında konuşurken birden aklıma acaba biz Fata Orloviç’in belgeselini yapabilir miyiz fikri geldi. Konu kapandı, ben çıkar çıkmaz kameraman bir arkadaşımı aradım. Fata Nine’yi anlattım ve böyle bir konu var, gel biz bunun belgeselini çekelim, dedim. bizim şu an elimizden gelebilecek en iyi şey bu. Biz ancak dünyanın farklı yerindeki insanlara en hızlı, en kolay şekilde bunun belgeselini çekersek ulaştırabiliriz, insanları ancak böyle haberdar edebiliriz. Arkadaşım hemen heyecanlandı. Daha doğrusu kime anlattıysam herkes heyecanlandı. Sonrasında nasıl bir şey yapabiliriz diye oturup yazmaya başladık. Bununla alakalı Bosna’da kiminle görüşebiliriz. Nasıl bir yol haritası çizebiliriz bunu düşünmeye başladık. Bundan sonra sponsorluk görüşmelerine başladım. İstanbul’da birçok Boşnak’la, birçok siyasiyle, birçok vakıfla görüşmeye başladım. Bize herkes çok dua etti! Fakat kimse bize maddi anlamda destek olmadı. Bu bahsettiğim süreçte yaklaşık 11 ay civarında biz bu konu için sponsor aradık, bulamadık. İşin üzücü tarafı sponsor görüşmeleri yaparken de bu şahıslardan teyze için herhangi bir yardım dahi toplayamadık. En sonunda Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığının Sinema Genel Müdürlüğü’nün gençleri destekleme adına açmış olduğu bir proje vardı. Biz oraya başvurduk. Sağolsunlar, kabul ettiler, desteklediler. Onlara da burdan teşekkür etmiş olalım. Böylece onların sayesinde belgeseli hayata geçirmiş olduk.

Biz gidip sadece Fata nineyle konuşmayalım, olayı daha farklı daha ilginç bir hale getirelim diye düşündük. Biz biraz da bahçedeki kilisenin oraya dikilme hikayesini yüzyıllar öncesinden başlatalım istedik. Bu toprakların kader çizgisi neydi de bu iplik çözüldü, çözüldü, çözüldü geldi ve Fata ninenin bahçesine kilise olarak dikildi? Ve biz olayı, ta Türklerin Bosna’ya gelmeden önceki orda yaşayan Bogomillerden, Fransiskenlerden aldık. Kısa bir şekilde hızlı hızlı Bosna topraklarında “kader dönüm noktalarını” göstermek istedik. Senaryomuzu bu şekilde yazdık. Daha sonra bir röportaj listesi oluşturduk. Bosna Hersek’in çok kıymetli komutanları, Srebrenitsa Anneleri Derneği Başkanı, bir Srebrenitsa annesi, Dayton anlaşmasında bulunan bir Hırvat temsilci, papazlar ile görüştük. Allah’a çok şükür röportajlarımız güzel geçti. İlk belgesel projemizdi, ne kadar başarılı olduk bilmiyorum ama elimizden geleni yaptık. En azından böyle bir gayret içinde olmak bile bizim için önemliydi. 12 gün boyunca Bosna Hersek’te çekimleri gerçekleştirdik. Canla başla çalışan tüm ekip arkadaşlarıma da teşekkürü bir borç biliyorum.

Belgeselin ismi “İnat Kilisesi”. Çok dikkat çekici bir isim. Bu isim nasıl ortaya çıktı?

Belgeseli çekmeye başlamadan önce isim düşünüyorduk fakat aklımızda net bir şey yoktu. Ekip arasında konuşuluyordu. Ben de röportajlarımızı yapalım, belki konuşmalarda çarpıcı bir ifade duyarız ve belgeselin ismini röportaj yaptığımız biri koymuş olur dedim. Röportajlara başladık, gündüz röportajları yapıyoruz akşam da onları çözüyoruz. Aldığımız cevapları değerlendiriyoruz. Yanılmıyorsam çekimlerin 5. günü Foynitsa’ya papazla görüşmeye gittik. Duha Svetoga Kilisesi Papazı Fra Yanko Lyuboş ile konuşmaya  başladık. Bogomilleri konuştuk, Türklerin oraya gelişini, Fatih Sultan Mehmed’i konuştuk derken konu artık Fata Orloviç’e geldi. Ben Boşnakça bilmiyorum ama “crkva”nın (kilise) ne olduğunu biliyorum. İnadın da bizdeki inat olduğunu tahmin ettim. Haliyle söylediği herşeyi anlamıyoruz ama, Fata ninenin sorusunu sorduk, konuşmaya başladı; “inat crkva” deyince ben birden kafamı kaldırdım. Çünkü böyle bir papazdan böyle bir şey söylemesini hiç beklemiyordum. Ne alaka; bir papaz niye böyle birşey söyler diye şaşırdık kaldık. Sonra tercüman hemen papazın bütün cümlesini bize tercüme etti: “Kiliseler Allah’ın evidir, fakat Fata’nın bahçesindeki kilise Allah’ın evi olamaz. O bir ibadethane olamaz, o bir inattır, inat kilisesidir ve bu inada kimsenin ihtiyacı yoktur”.  Papazın bu laflarından sonra biz artık daha düşünmeye gerek yok dedik. Hakikaten de bu bir inattır, papazın da dediği gibi bu kilise de bir inat kilisesidir dedik ve belgeselin adını “İnat Kilisesi” koyduk. Çok güzel ve vurucu bir isim olduğunu düşünüyoruz.

Belgeseli kafada kurgularken, senaryosunu yazarken ki haliyle bitirdikten sonraki hali her zaman aynı olmuyor. Kafanızdakileri belgeselde uygulayabildiniz mi?

Kafamızda bir takım daha farklı çekmek istediğimiz planlar, almak istediğimiz görüntüler vardı fakat Srebrenitsa’nın son seçimlerde artık bir Sırp Belediyesi haline gelmesinin bize de bir yansıması oldu. O köye girip çıkarken biz Sırp polislerle sürekli sıkıntı yaşadık. Hatta Fata nine akşam saatlerinde çekim yapmamızdan huzursuzluk duyuyor, bizim adımıza endişeleniyordu. Sırp polisleri bizim Türk olduğumuzu duyunca bizi gerecek hareketlerde bulundular. Sırp polisi tehditvari cümlelerle rüşvet istedi. Ama Allah’a çok şükür biz bir şekilde onları aştık. Ben şahsen belgeselin şu an ki durumundan gayet memnunum. Evet, daha farklı yapabilirdik. Nasıl yapabilirdik, mesela daha uzun kalabilirdik. Ama bunu polislerin tavırlarından dolayı gerçekleştiremedik. Belgeselin süresi 48 dakika.

Belgesel çekildi. Bildiğimiz kadarıyla festivallere, yarışmalara katılıyor, bazı televizyon kanallarında da yayınlacak. Bu konu hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Fata Orloviç’i şöyle bir şeye benzetebiliriz. Hepsinden önce Fata Orloviç bir öğretmen. Srebrenitsa’nın o küçücük Konyeviç Polye köyünde verdiği mücadeleyle aslında bütün dünyaya ve insanlığa büyük bir ders veriyor. En başında da söylediğim gibi, biz aslında Fata ninenin vermiş olduğu bu dersi öncelikle gençlere ve bütün insanlara bir şekilde ulaştırmamız gerekiyordu. Biz bunu nasıl ulaştırırız, belgeselle. Peki belgeseli hangi kanallarla sunacağız. İlk aklımıza gelen festivaller oldu. Bununla alakalı da ilk başvuruyu yaptığımız festival “Uluslararası TRT Belgesel Ödülleri” oldu. Orada çok güzel tepkilerle karşılaştık, hikayeyi herkes çok ilginç buldu. Ondan sonra İstanbul’da TRT Radyo Evi’nde bir gösterim gerçekleşti. İstiyoruz ki Türkiye’de daha büyük bir kitleye ulaşalım, bir şekilde daha çok insana ulaşalım. Bunun için de bir takım çalışmalarımız var. Şu anda dünyanın farklı yerlerinde 17 yabancı festivale başvurmuş bulunmaktayız. Bunlardan netleşen, gösterim aldığımız yurtdışındaki ilk festivalimiz “Saraybosna Film Festivali” oldu. 15 Ağustos’ta Saraybosna Film Festivali’nde “İnat Kilisesi” belgeselinin gösterimi olacak. Boşnak seyirciyle de ilk defa buluşacak, böyle bir özelliği de var. Bunun dışında Üsküp’te de bir gösterim yapmayı düşünüyoruz. Üsküp benim de Balkan seyahatlerinde ilk göz ağrım. O yüzden Üsüp’ün yeri bende çok ayrı. Hal böyle olunca benim de en büyük arzularımdan bir tanesi, belgeselin Üsküp’teki dostlara ulaşması. Bu Üsküp seyahatinde de bununla alakalı görüşmeler gerçekleştirdik. Umarız onu da yakın zamanda güzel bir gösterimle seyirciyle buluştururuz.

Son olarak bizim sormayı unuttuğumuz, sizin eklemek istediğiniz TİMEBALKAN aracılığıyla okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Fata Orloviç sürekli anavatanın Türkiye olduğunu bize söyledi. Bu başına gelen hadiselerin de Sırpların ona göştermiş olduğu bu zulmün de asıl sebebinin kaynağının kendisinin Türk olması olduğunu söyledi. Kendisi aslında bir Boşnak olan teyzemiz, fakat öylesine işlenmiş ortak kodlar, ortak bir tarih var ki teyze bu zulümde olmasına rağmen böyle birşey söyledi. Olayla ilgil tek umudunun anavatan Türkiye olduğunu bize söyledi. Bazı Sırplar bize, bu bizim özel konumuz, siz neden İstanbul’dan gelip köyümüzdeki bir kilisenin belgeselini yapma derdine düştünüz diye sordu. Bu sorunun asıl cevabını Fata nine yukarıdaki sözleriyle vermiş oldu zaten. Teyzenin Türk olduğunun o kadar farkındalar ki kilisenin duvarına “Türklerden Sırplara ölüm” yazmışlar. Bunu kendileri yazıyor ve 80 yaşındaki Fata nineye yıkıyorlar. Bu bile bu durumun çok güzel farkında olduğunun göstergesi. Bu arkadaşların kuyruk acısı da Kosova Meydan Muharebesi’nden gelir. Bu arkadaşların sıkıntısı Kosova savaşıdır. İnşallah bu tip insanların kıymetini biliriz. Az önce söylediğim şeyde çok samimiyim, Fata nine gerçekten bir öğretmen ve çok önemli bir ders veriyor. Bizim öncelikle gençler olarak sonra insanlık bu hadiseden bir ders çıkarmamız, bu mücadeleyi görmeliyiz, bilmeliyiz. Bu mücadeleyi bir şekilde görüp kendi hayatımıza uygulamalıyız.

 

 

Read Previous

Katil İliç, Almir’in ailesinden özür diledi

Read Next

Boşnak kurban yakınlarından ICTY’ye tepki

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *