Etnik çekişmelerin yaşandığı Kuzey Makedonya ‘deneyler ülkesi’ mi?

Dünya siyasi literatürüne “Balkanization” terimini kazandıran Balkanlar coğrafyası, başta dış güçler olmak üzere, bu topraklarda emeli olan birçok aktörün deneylerini uyguladığı bir nevi laboratuvara dönüşmüş durumda.

Yugoslavya’nın 1990’lı yıllardaki dağılma süreci sırasında, ayrılığı sancısız ve sorunsuz yaşanan tek federal devlet olan Makedonya (daha sonra Kuzey Makedonya), bünyesinde bulundurduğu farklı milletlerle aslında bir “mini-Yugoslavya” izlenimi verse de, başta siyaset olmak üzere ülkede her alanda yaygın olan milliyetçi söylem bir arada yaşama ilkesini baltalıyor.

Ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturan Türkler ise anlaşmanın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ “kendilerine haklarının yeterince verilmediği” görüşünü savunuyor. Kendilerini her defasında ülkenin kurucu unsurları arasında sayan Kuzey Makedonya Türkleri, başta yerel yönetimler olmak üzere devlet düzeyinde de daha fazla temsil edilmek istiyor. Türkler “Kuzey Makedonya’nın üçüncü büyük topluluğu olarak”, OÇA’nın kendilerini de kapsayacak şekilde revize edilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Dünya siyasi literatürüne “Balkanization” (Balkanlaşma/Balkanlaştırma) terimini kazandıran Balkanlar coğrafyası, başta dış güçler olmak üzere, bu topraklarda emeli olan birçok aktörün deneylerini uyguladığı bir nevi laboratuvara dönüşmüş durumda. Her ne kadar son yıllarda bölgede geniş barış girişimleri gündeme gelse de, “Pax Balcanica”nın (Balkan Barışı) yakın gelecekte pek de mümkün olmayacağı anlaşılıyor. Modern dönemde Kuzey Makedonya toprakları içinde yer alan Vardar bölgesi için, 19. yüzyılda Alman Şansölyesi Otto von Bismarck’ın söylediği iddia edilen “Makedonya’daki Vardar ovasını kontrol edenler Balkanların efendileridir” sözü de bölgenin önemini vurgular nitelikte.

Makedonya’nın ilk temelleri Yugoslavya Krallığı döneminde 2 Ağustos 1944 yılında toplanan Makedonya Anti-Faşist Ulusal Kurtuluş Meclisi (ASNOM) ile atılmıştı. Makedonların Osmanlı Devleti’ne karşı 1903’te başlatılan İlinden ayaklanmasının da gerçekleştiği 2 Ağustos tarihine denk getirilen, günümüzde Cumhuriyet Bayramı olarak kutlanan tarihte alınan kararlardan biri de ülke yurttaşlarına ırk, cinsiyet ve inançları ne olursa olsun kanun önünde eşitlik verilmesiydi. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Yugoslavya Krallığı’nın Sosyalist Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ne dönüşmesiyle, İkinci Yugoslavya olarak adlandırılabileceğimiz bir dönem başladı. “Kardeşlik, Birlik” parolasıyla “milletler üstü” bir anlayışın kâğıt üzerinde hâkim olduğu topraklarda bu dönemde Müslümanlar ve azınlıklar türlü zorluklara maruz kaldı; etnik karışıklıklar yaşanma ihtimali merkezi yönetimin uyguladığı politikalar sayesinde bastırıldı. Sosyalist Yugoslavya’da uzun bir süre boyunca ilköğretim düzeyinde ana dilde eğitim konusunda mahrum bırakılmayan milletlerin ilerleyen dönemlerde üniversite düzeyinde talep edecekleri ana dilde eğitim ise etnik çatışmaların yolunu döşeyen konulardan biri olacaktı.

Ülkedeki siyasi partiler ve programları incelendiğinde, Kuzey Makedonya’da yeni dönemde de, vatandaşların refahı ve ülkenin kalkındırılmasına odaklanma yerine, etnik söylemlerin çok daha ön planda olduğu görülüyor. Farklı milletlerin yaşadığı bu topraklarda milletlerarası hoşgörü tohumlarının ekilmiş olması gerekirken hükümetler milliyetçilik söylemleri üzerinden güç gösterisinde bulunuyor. Örneğin Kuzey Makedonya’da 15 Temmuz erken genel seçiminde Arnavut kanadının en büyük partisi olan Demokratik Bütünleşme Birliği (BDİ) seçim sloganı olarak “İlk Arnavut Başbakan” söylemini belirledi. 30 Ağustos gecesi ise koalisyon kurdukları Makedonya Sosyal Demokratlar Birliği (SDSM) koalisyon oluşturma çalışmaları ve görüşmeleri sırasında her ne kadar reddetse de, varılan son anlaşmaya göre SDSM’nin adayı dört yıl boyunca başbakan olacak, BDİ’nin belirleyeceği bir Arnavut başbakan ise hükümetin son 100 gününde bayrağı devralacak.

Bu noktada, “sandalyesiz bakanlık” olarak nitelendirilen ve ülkedeki diğer etnik yapılara bir nevi formalite icabı verilen devlet bakanlıkları “İkinci Zoran Zaev” hükümetinde kaldırıldı. Kabinede azınlıklardan bakan olmaması kararına özellikle ülkedeki Türk toplumundan yoğun tepkiler geldi. Makedonya Türk Sivil Teşkilatlar Birliği’ne (MATÜSİTEB) göre, ülkenin kuruluşundan bugüne ilk kez Türk toplumundan hiçbir ismin yeni kabinede yer almaması, Kuzey Makedonya’da yaşayan Türk toplumunu derinden üzdü. MATÜSİTEB tarafından Zaev’e gönderilen mektupta çok dinli, çok kültürlü ve çok etnisiteli bir yapıya sahip olan ülkenin hükümetinde Türklerin bakan seviyesinde temsil edilmemesinin, ülkedeki Türkler arasında dışlanmışlık ve ayrımcılığa maruz kalma hislerinin ortaya çıkmasına neden olduğu belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “Makedonya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilk tanıyan ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Makedonya ile ilişkilerinde her daim köprü görevi üstlenen ve genelde yapıcı bir rol oynayan Kuzey Makedonya Türklerine ilk defa kabinede yer verilmemiştir. Dünyanın her yerindeki soydaşlarına sahip çıkan Türkiye’nin, Kuzey Makedonya ile ikili ilişkilerinde bu mesele bir gündem haline gelmemelidir. Zira Makedonyalı Türkler herhangi bir konuda Türkiye-Kuzey Makedonya ilişkilerini yavaşlatan bir sorun değil, münasebetleri geliştiren ve yoğunlaştıran bir unsur olmayı tercih etmektedir”. Konuyla ilgili olarak Anadolu Ajansı muhabirinin sorusunu yanıtlayan Zaev ise adayların seçiminde birçok yönlerinin yanı sıra kalitelerinin de etkili olduğunu kaydediyor. Zaev “Daha küçük etnik toplulukların temsili tüm kurumlarda, bakan yardımcılarından devlet sekreterlerine, müdürlüklerden ciddi kurumlara kadar mevcut olacak. Böylece devletimizi oluşturan çok etnikli yapı kurumlarla bütünleşecek” ifadelerini kullanıyor.

Bu noktada verilebilecek başka bir örnek ise 2016 yılının sonlarında yapılan bir önceki erken genel seçimin ardından, Ocak 2017’de Kuzey Makedonya’daki Arnavut partilerinin liderlerinin, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın arabuluculuğunda başkent Tiran’da bir araya gelerek ortak bir “Arnavut platformu” kurma kararı almalarıdır. Söz konusu siyasi partiler Arnavutçanın devletin her kademesinde kullanılması, bunun anayasal ve temel bir hak olarak garanti altına alınması, Makedoncanın yanı sıra Arnavutçanın da ülkenin resmi dili olarak belirlenmesi ve benzeri başka taleplerde bulunmuştu.

Bağımsız Makedonya

On sekizinci yüzyıl Avrupası’nda Fransız İhtilaliyle başlayan milliyetçilik akımının bir benzeri Yugoslavya’yı 1990’lı yılların başında vurduğunda, Makedonya birlikten “kan dökmeden” ayrılan tek devlet olmasına karşın, ülkedeki etnik Arnavut ve etnik Makedonlar arasındaki “kaynayan husumetten” bağımsızlık sürecinde kurtulmayı başaramadı. 8 Eylül 1991’de bağımsızlık referandumunda ülkede yaşayan halka “Yugoslavya’nın egemen devletlerinin gelecekteki birliğine girme hakkına sahip, egemen ve bağımsız bir Makedonya devleti için var mısınız?” sorusu sorulmuş, yüzde 95,3 gibi çok yüksek bir oy oranıyla bağımsızlık ilan edilmişti. Referanduma katılım ise yüzde 75,72 olmuştu. Referandum ile yeni anayasanın kabulünü Arnavutlar büyük çoğunlukla boykot etmişti. Parlamentonun Arnavut üyeleri, ülkenin Arnavut toplumu etnik Makedonlarla eşit statüde cumhuriyetin kurucu unsuru olarak tanınmadıkça da bu sürece dahil olmayı reddettiler. Arnavutların talepleri reddedildiğinde, 11 Ocak 1992’de toprak özerkliği talebiyle resmi olmayan bir referandum düzenlendi. Dönemin büyük Arnavut partisi Demokratik Refah Partisi’ne göre, yüzde 90’dan fazla etnik Arnavut referanduma katıldı; bunların dörtte üçü özerklik lehine oy kullandı. Ancak referandum Makedon hükümeti tarafından yasa dışı ilan edildi. [1]

Doğum sancıları çeken Makedonya’da bu dönemde sorunlar ardı ardına çıkmaya devam ederken, bir başka ana sorun nüfus sayımı esnasında meydana geldi. 1991 yılı nüfus sayımına göre ülke nüfusu kayıtlara 2 milyonun çok az üstünde şeklinde geçerken, nüfusun yüzde 64’ünü Makedonlar, yüzde 21’ini Arnavutlar geri kalan kısım ise başta Türk olmak üzere Roman, Sırp, Boşnak, Ulah gibi farklı milletler arasında dağıtılmıştı. Anket formunda yanıltıcı etnik seçenekler olduğunu, bu süreçte Arnavut memurların görevlendirilmediğini iddia eden Arnavutlar nüfus sayımına da itiraz ederek kendi nüfus sayımını gerçekleştirmiş, kendilerinin ülke nüfusunun yüzde 40’ını oluşturduğunu savunmuştu. Günümüzde bile ülkenin refaha ilerleyişinin önünde engel teşkil eden ana unsurlardan biri olan nüfus sayımı meselesi, ülkenin gündemini yıllardır meşgul etmeye devam ediyor.

İlerleyen yıllarda gün yüzüne çıkan bir başka sorun ise Arnavutça eğitim yapan özel bir üniversitenin bulunmaması olacaktı. Dönemin anayasası ilk ve orta öğretimde ana dilde eğitim hakkı tanısa da üniversite düzeyinde bir uygulama bulunmuyordu. 1994’ün sonlarına doğru ülkedeki Arnavutlar kuzeybatıdaki Kalkandelen şehrinde ilk Arnavutça eğitim veren, o dönem özel statüyle kurulan ancak ilerleyen dönemlerde devlet üniversitesi sıfatını alacak üniversitenin temellerini attılar. Hükümet üniversiteyi anayasaya aykırı ilan etti ve polis Aralık 1994’te üniversiteye baskın düzenledi. Hükümetin uyarılarına rağmen yeniden açılan üniversiteye polis yeniden baskın düzenleyerek üniversite rektörü Fadil Suleymani başta olmak üzere birçok yetkiliyi gözaltına aldı, ekipmanları ele geçirdi, üniversite binasına zarar verdi. Makedon polisi ile Arnavutlar arasındaki arbedede ise bir etnik Arnavut hayatını kaybetti.

1997 yılında meydana gelen olaylar ve protestolar, dönemin raporlarına “sokaklarda etnik gruplar arası şiddetin alevlenme riskinin” bulunduğu şeklinde yansıdı. İlerleyen tarihlerde meydana gelecek olan etnik çatışmalar da bunu doğrular nitelikte. Temmuz 1997’de ülkenin kuzeybatısındaki Gostivar şehrinin belediye binasına asılan Arnavut bayrağını zorla kaldırmak üzere şehre özel kuvvetler girdi. Dönemin etnik Arnavut belediye başkanı Rufi Osmani, Arnavut bayrağının yalnızca resmî tatil günlerinde ve sadece Makedon bayrağıyla birlikte dalgalanabileceğini öngören bir mahkeme kararına karşı çıkıyordu. Şehrin Arnavut vatandaşlarının polisin belediye binasına girmesine izin vermemesi üzerine çıkan arbedede üç Arnavut hayatını kaybetti, 200’ün üzerinde kişi de yaralandı. Osmani gözaltına alındı ve 13 yıl hapse mahkûm edildi (daha sonra 7 yıla indirildi); 1999’da Af Yasası’nın kabulünü müteakiben serbest bırakıldı. Osmani’nin mahkûm edilmesiyle, protestolar ülke genelinde Arnavutların çoğunlukta olduğu şehirlerde yoğunluğunu artırsa da büyük bir soruna neden olmadı.

Tüm bu gelişmelerin ışığında, bahse konu dönemde Makedon tarafının iktidarında Makedonya Sosyal Demokratlar Birliği (SDSM) olması konusunda ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Aşırı sağcı İç Makedon Devrimci Örgütü-Makedonya Ulusal Demokratik Birliği’nin (VMRO-DPMNE) aksine daha liberal bir görüntü veren SDSM’nin döneminde meydana gelen olaylar, yeni dönemde iktidar pahasına verdiği tavizler (ülkenin isminin Makedonya’dan Kuzey Makedonya’ya değişmesine, Arnavutçanın ikinci resmi dil yapılmasına, hatta kısa da olsa bir dönemliğine Arnavut başbakan fikrini kabul etmesine kadar) göz önünde bulundurulduğunda, ülkede milliyetçilik eksenindeki çekişmeler üst aklın Kuzey Makedonya’yı adeta bir deney alanı yahut bir kobay olarak mı kullandığı sorusunu akıllara getiriyor.

2001 İç Savaşı ve Ohri Çerçeve Anlaşması

1998-1999 Kosova savaşıyla birlikte Sırp zulmünden kaçan çok sayıda Kosovalı Arnavut’un Makedonya’ya yerleşmesi, kısa bir süreliğine de olsa hasır altına süpürülen ülkenin Arnavut sorununu yeniden gündeme getirdi. Kimilerine göre iç savaş, kimilerine göre iç karışıklıklar olarak nitelendirilen ve 22 Ocak-12 Kasım 2001’de meydana gelen olaylarda, çatışan her iki taraftan yüzlerce kişi hayatını kaybetti, on binlerce kişi yerlerinden edildi. Çatışmalar ülkenin kuzey ve kuzeybatısındaki bölgelerde gerçekleşmiş olsa da, başkent Üsküp yakınlarına da taşındı; ayrıca ülkenin farklı şehirlerinde de şiddet olayları meydana geldi.

İç karışıklıklar, 22 Ocak’ta bir grup silahlı Arnavut’un ülkenin kuzeybatısındaki Kalkandelen şehrine bağlı Teartse köyündeki polis karakoluna gerçekleştirdiği saldırıyla başladı; bir polis hayatını kaybetti, üç polis yaralandı. Saldırının sorumluluğunu etnik Arnavutların oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Ordusu (UÇK) adlı bir grup üstlendi. Çatışmalar bahar aylarında da ülkenin diğer şehirlerinde farklı yoğunluk derecelerinde devam etti. Üsküp yakınlarındaki Haraçina köyündeki kriz ise çatışmaların dönüm noktası ve en tartışmalı olaylardan biri olarak kabul edildi.

13 Ağustos 2001’de ülkedeki en büyük siyasi partilerden, Avrupa Birliği (AB) ve ABD’den özel temsilcilerin bulunduğu taraflar, Ohri Çerçeve Anlaşması’na (OÇA) imza attılar. Ülkenin güneybatısındaki Ohri şehrinde yaklaşık iki ay süren görüşmeler neticesinde varılan anlaşmaya, dönemin Cumhurbaşkanı Boris Traykovski himayesinde Makedonya Sosyal Demokrat Birliği (SDSM) Genel Başkanı Branko Crvenkovski, Arnavut Demokratik Partisi Genel Başkanı Arben Caferi, İç Makedon Devrimci Örgütü-Makedonya Ulusal Demokratik Birliği (VMRO-DPMNE) Genel Başkanı Lyupço Georgievski ve Demokratik Refah Partisi Genel Başkanı İmer İmeri, garantör olarak ise AB’den Francois Leotard ve ABD’den James Pardew imza attılar. Anlaşma çatışmalara resmen son verirken, etnik Arnavutların ülkedeki haklarının artırılmasına yönelik bir zemin hazırlamış oldu. Anlaşmada Arnavutçanın resmi dil olmasının yanı sıra yerel yönetimlerin gelişimi, ayrımcılık yapılmaması, adil temsil, dil, kültür, eğitim ve semboller gibi konularda özel meclis prosedürlerinin uygulanması, eğitim, kimlik gibi konular da yer almıştı. Ayrıca ülkenin herhangi bir şehrinde Makedoncanın yanı sıra yüzde 20’nin üzerinde konuşulan bir dilin daha resmi dil olması kararı alınmıştı.

Ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturan Türkler ise anlaşmanın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ “kendilerine haklarının yeterince verilmediği” görüşünü savunuyor. Kendilerini her defasında ülkenin kurucu unsurları arasında sayan Kuzey Makedonya Türkleri, başta yerel yönetimler olmak üzere devlet düzeyinde de daha fazla temsil edilmek istiyor. Türkler “Kuzey Makedonya’nın üçüncü büyük topluluğu olarak”, OÇA’nın kendilerini de kapsayacak şekilde revize edilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

VMRO-DPMNE Arnavutları yanına almadan hükümet kuramıyor mu?

Ülkedeki etnik çatışma sonrası varılan Ohri Çerçeve Anlaşması’nın ardından yapılan 2002 yılındaki genel seçimden mağlup ayrılan ve muhalefet partisi konumuna düşen VMRO-DPMNE’nin başına, partinin kurucu başkanı Lyupço Georgievski’nin yerine Nikola Gruevski geldi. Makedon milliyetçiliğini adeta partinin ana politikası haline getiren Gruevski’nin başa geçmesiyle eskiden beri sürdürdüğü milliyetçi söylemlerine devam eden VMRO-DPMNE, 2006 seçimlerinde, o güne kadar hükümette bulunan sol eğilimli SDSM’ye karşı galip gelerek iktidara geldi. Sağ eğilimli VMRO-DPMNE her ne kadar milliyetçilikle öne çıksa da 2006, 2008, 2011 ve 2014 genel seçimlerini kazandıktan sonra, ülkedeki diğer etnik azınlıkların desteği aldı; her dönem Arnavut partileriyle birlikte koalisyon hükümeti kurdu. 2016’daki genel seçimlerden de birinci parti çıkan VMRO-DPMNE, tek başına hükümet kurmak için yeterli milletvekili sayısına sahip olmadığından diğer partilerle müzakere etti. Ancak Arnavut partileriyle anlaşamayan ve hükümeti kurma konusunda kimseden karşılık bulamayan VMRO-DPMNE, kendisine verilen hükümeti kurma görevini elinden kaçırdı. Bu durum, Makedon milliyetçiliğini savunma yönünde bir politika benimseyen VMRO-DPMNE “Arnavutları yanına almadan hükümet kuramıyor mu?” sorusunu akıllara getiriyor. Makedon partilerin hükümeti kurmak için Arnavut partilerle koalisyon kurma gerekliliği bulunmasa da, bu durum, “Makedonların Arnavutlarla ortak hükümet kurması ülkedeki barışı koruyor” şeklinde yorumlanıyor.

VMRO döneminde Makedon-Arnavut gerginlikleri devam etti

Etnik gerginliğin tırmandığı bir başka olay ise 2009 yılında vuku buldu. O dönem Makedonya Sanat ve Bilimler Akademisi (MANU) tarafından hazırlanan “Makedon Ansiklopedisi” ülkede etnik gerginliğe yol açtı. Makedon tarihinin anlatıldığı ve ülkedeki Arnavut azınlık hakkında kasıtlı olarak yanlış ve yönlendirici bilgilere yer verildiği ileri sürülen ansiklopedide, Arnavut halkının “dağ insanları” şeklinde tanımlanması ve Makedonya topraklarına 16. yüzyıldan itibaren yerleşmeye başladıklarının iddia edilmesi de tepkilere neden oldu.

Öte yandan, 2011 yılının şubat ayında Üsküp kalesinde bir kilise inşaatı yüzünden ülke tekrar dini-etnik bir çatışmanın eşiğine geldi. Üsküp kalesi içinde başlayan kilise inşaatı, Arnavut Müslümanların karşı çıktığı gerekçesiyle durduruldu; fakat kilise inşaatının gece saatlerinde gizlice devam ettiği öğrenilince, Arnavut partisi Demokratik Bütünleşme Birliği (BDİ) sıralarından dönemin Çayır Belediyesi Başkanı İzet Meciti, dönemin Sağlık Bakanı Buyar Osmani ile dönemin İçişleri Bakan Yardımcısı Cevat Buçi başta olmak üzere 100’den fazla Müslüman gece yarısı bir araya gelerek, gizlice inşa edilen kiliseyi yıkma teşebbüsünde bulundu. Kilisenin inşaatına destek veren milliyetçi Hristiyan Makedon gençler ise kaleye gelip kışkırtıcı davranışlar sergilediler. Arnavut sivil toplum örgütlerinin çağrısı üzerine kaleye gelen yüzlerce Müslüman ile milliyetçi Makedonlar arasında gerginliğin zirveye ulaşmasının ardından, iki taraf önce birbirine taşlar attı, sonra da ellerinde bulunan sopa ve bıçaklarla birbirine saldırdı. Duruma müdahale eden polis şiddet olaylarını zorla kontrol altına alabildi.

Ülke 2012’nin başından beri Arnavutlarla Makedonlar arasında yaşanan ve etnik gerginliği iyice tırmandıran birçok olaya sahne oldu. 2012 yılının ilk günlerinde Arnavut ve Makedon taraftarlar arasında Şkendiya-Vardar takımları arasındaki futbol müsabakasının ardından çıkan ve bayrak da yakılan olayların meydana getirdiği gerginlik, izindeki bir polis memurunun Gostivar’da park yeri tartışması yüzünden iki Arnavut genci vurarak öldürmesiyle tırmanışa geçti. 12 Nisan 2012’de Üsküp’ün kuzey bölgesindeki Smilkovci gölünde balık avlayan biri 45, diğerleri ise 18-20 yaşları arasında beş Makedon, kimliği belirlenemeyen kişi veya kişiler tarafından kurşun yağmuruna tutularak öldürüldü. Ülke genelinde büyük ses getiren olay, tüm etnik ve dini grupların temsilcileri tarafından en sert şekilde kınanırken bu kez Makedonlar sokaklara döküldü. Arnavutlara karşı ırkçı sloganların atıldığı protesto gösterileri sırasında başbakanlık binası taşlandı ve bazı Arnavutların evlerine saldırılar düzenlendi. İçişleri Bakanlığı bildiri yayımlayarak Arnavut vatandaşların evlerine saldırmaktan vazgeçilmesini ve hem Makedonların hem de Arnavutların soğukkanlılığını korumasını istedi.

Üsküp Ceza Mahkemesi “Monstrum” olarak bilinen davada verdiği kararda, Arnavut kökenli 6 kişiyi ‘‘terör eylemi suçundan’’ müebbet hapse mahkûm etti. Kararın ardından, başkent Üsküp’te başlayan protestolar, Arnavut nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kalkandelen, Gostivar ve Struga şehirlerine de yayıldı. “Makedon istihbaratı 5 Makedon’u öldürüp suçu Arnavutların üzerine attı” iddiası da bu konu hakkında ortaya atılan iddiaların arasında yer aldı.

İçinde barındırdığı farklı etnik ve dini unsurlar nedeniyle her an patlamaya hazır bir barut fıçısı olarak nitelendirilen Kuzey Makedonya, bir kez de Kumanova şehrinde Makedon asıllı bir kişi tarafından arabayla ezilen Arnavut asıllı 4 yaşındaki bir çocuğun hayatını kaybetmesinin ardından tekrar bir karışıklığa sahne oldu: 25 Haziran 2016’da Makedon asıllı bir kişi, babasıyla tartıştığı Arnavut asıllı 4 yaşındaki çocuğa arabasıyla çarptı; ağır yaralanan çocuk kaldırıldığı hastanede 2 Temmuz’da hayatını kaybetti. Zanlı olayın bir “trafik kazası” olduğunu savunurken çocuğun ailesi “cinayet” olduğunu ileri sürdü. Kuzey Makedonya Temel Kamu Savcılığı 15 Mart’ta verdiği kararda, davanın “ölümle sonuçlanan trafik kazası” olarak yeniden görülmesine ve zanlının tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına karar verdi. Söz konusu olay için 2018 yılı Mart ayında Üsküp’te toplanan binlerce kişi, Makedon asıllı zanlının tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasını protesto etti. Protestocular 2016 yılında 4 yaşındaki çocuğun ölümüne neden olan Makedon asıllı zanlının “cinayet” suçundan yargılanmasını istedi. “Adaletsiz Bahar” sloganıyla toplanan göstericiler, zanlının arabasını kasıtlı olarak çocuğun üstüne sürdüğünü ve bu nedenle cinayetten yargılanması gerektiğini dile getirdi. Protestoya ülkedeki siyasi partilerin temsilcileri de destek verdi.

Makedon milliyetçisi partiden, daha liberal sosyal demokratlara geçiş

2006, 2008, 2011 ve 2014’teki genel seçimlerde galip gelerek hükümetin başına geçen VMRO-DPMNE, 11 Aralık 2016’da yapılan seçimlerde birinci parti çıksa da hükümeti kurmak için destek bulamadı. Seçimde hiçbir siyasi partinin tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde edememesi yeni bir krizin de habercisi oldu. 120 sandalyeli mecliste Makedon milliyetçisi VMRO-DPMNE 51, SDSM 49, Arnavut partilerinden BDİ 10, dönemin BESA Hareketi 5, Arnavutlar İçin İttifak 3 ve Arnavut Demokratik Partisi (PDSH) 2 milletvekilliği elde etti.

Bu aşamada gündeme gelen Tiran platformunun anayasaya aykırı olduğunu ve ülkenin yeniden tanımlanmasına neden olabileceğini açıklayan Makedon milliyetçisi VMRO-DPMNE, platformun talep ettiği, Arnavutçanın ülke genelinde ikinci resmi dil olmasının kendilerince kabul edilemez olduğunu vurguladı. Hiçbir siyasi partinin tek başına hükümet kuracak çoğunluğa erişememesi nedeniyle üç Arnavut partinin kurduğu platform, koalisyon çalışmalarında kilit öneme sahipti. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Gruevski’nin Arnavut partileriyle anlaşamaması, hükümet kurma yolunda SDSM’nin önünü açtı. Arnavut siyasi partilerin kurduğu ortak platformla uzlaşan Zaev mecliste çoğunluğu elde ettiğini gösteren milletvekili imzalarını dönemin Cumhurbaşkanı Gyorge İvanov’a sunsa da hükümeti kurma görevi kendisine verilmedi.

İvanov’un Zaev’e hükümeti kurma görevi vermemesi siyasi krizi daha da tırmandırdı. İvanov Arnavut partilerin kurduğu platformun “ithal” ve anayasaya aykırı olduğunu savunurken, VMRO-DPMNE kanadı erken seçim ihtimalini dillendirmeye başladı. SDSM’nin başta Arnavutçanın ülke genelinde resmi dil olarak kabul edilmesi olmak üzere birtakım haklar talep eden Arnavut platformu ile anlaşması, VMRO-DPMNE yanlıları tarafından günlerce protesto edildi.

Mecliste Arnavut başkan seçildi, ortalık karıştı

Haftalardır meclis başkanını seçmek üzere toplanan, ancak VMRO-DPMNE milletvekillerinin tartışmaları nedeniyle seçime bir türlü geçilemeyen mecliste, 2017 yılı Nisan ayında gergin saatler yaşandı. Meclisteki oturumda, çoğunluğu elinde bulunduran SDSM öncülüğündeki siyasi partiler, başkan seçimine geçilmesi talebiyle ayağa kalktı. Başkan seçimini engellemek isteyen VMRO-DPMNE kanadına tepki gösteren milletvekilleri, bu kişilerin salonu terk etmesini, onlar olmadan da çoğunluğu ellerinde bulundurduklarını ve seçimi gerçekleştirebileceklerini söylediler. Bunun yasalara aykırı olduğunu savunan VMRO-DPMNE milletvekilleri ise ayağa kalkarak Kuzey Makedonya milli marşını söylemeye başladılar. Bunun üzerine BESA Hareketi’nden Zekeriya İbrahimi de meclis kürsüsüne gelerek Arnavutluk milli marşını söyledi. Gerginliğin ardından oturumun ertesi güne ertelendiği açıklandı. Oturum ertelenmesine rağmen, başkanı seçmek için yeterli çoğunluğa sahip partilerin milletvekilleri Arnavut partisi BDİ’den Talat Caferi’yi yeni meclis başkanı olarak seçti. Caferi Kuzey Makedonya tarihinde ilk Arnavut meclis başkanı olma özelliğini taşıyor. Ülkedeki Arnavutların Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) eski komutanlarından ve bir dönem savunma bakanlığı da yapan Caferi’nin yeni meclis başkanı seçildiğinin açıklanmasıyla VMRO-DPMNE yanlıları meclis önünde toplanarak protestoya başladı.

Protestolar devam ederken maskeli bir grup meclisin içine girerek aralarında SDSM Genel Başkanı Zaev’in de bulunduğu birçok milletvekilini darp edip yaraladı ve uzun süre meclis içinde rehin aldı. Arnavutlar için İttifak Milletvekili Ziadin Sela şiddete maruz kalırken darp edilen milletvekilleri arasında SDSM’li Milletvekili Radmila Şekerinska da yer aldı. Mecliste olaylardan yaklaşık bir ay sonra, Haziran başında, SDSM Genel Başkanı Zaev öncülüğünde koalisyon hükümeti kuruldu. 2006-2016 döneminde hükümetin başında bulunan VMRO-DPMNE’nin yaptığı gibi, SDSM de yeni hükümeti kurarken yanına Arnavut partilerini aldı.

Yeni koalisyon hükümetinin kurulmasından 6 ay sonra, 2018 yılının Ocak ayında, Makedon milliyetçisi VMRO-DPMNE’in karşı çıktığı, Makedoncanın yanında Arnavutçanın da resmi dil olarak kullanılmasına imkan veren “Dillerin Kullanımı Yasası” mecliste onaylandı. Adalet Bakanlığı bu yasayla, ülkenin tüm merkezi organlarında, Makedoncanın yanı sıra, nüfusun yüzde 20’sinden fazlasının konuştuğu Arnavutçanın da resmi dil olmasının öngörüldüğünü açıkladı.

Makedon milliyetçisi VMRO-DPMNE’nin 10 yıllık iktidar döneminde yaşanan etnik/milliyetçilik bazlı olayların SDSM döneminde belirgin bir şekilde azaldığı gözlemlense de, mesele milliyetçilik olduğunda, Makedonlar ve Arnavutlar arasındaki etnik çekişmelerin bir kıvılcımla tekrar alevlenebilme ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilir.

[1] https://www.refworld.org/docid/3ae6a6d04.html

AA

Read Previous

Son 24 saatte 115 yeni vaka, 1 ölü

Read Next

İsveç’te mescidin önüne yakılmış Kur’an-ı Kerim sayfaları ve domuz pastırması bırakıldı