Bizi Bağlayan Köprüler

Bazen olur ya, uyanırsınız ve bir türkü dalgalanır zihninizde, bütün gün kafanızı meşgul eder. Sonra durur düşünürsünüz “nerden takıldı bu şimdi kafama” dersiniz, kovmaya çalışırsınız ama yine aynı türküyü mırıldanırken bulursunuz kendinizi. Sizi bilmem ama bana oluyor çoğu zaman. Sonra bir kavga başlıyor içimde. Türkü dedim de, bazen sadece türkü olmuyor, bazen bir şiirin mısraları takılıyor tellere. Bugün de yazı yazmam gerekiyordu, yazacağım konuyu da belirleyen bir şiir oldu. Ya kendimi o şiire teslim edecektim, ya da inat edip bambaşka bir konuyu seçecektim. Ama yine de izin verdim, hatırı sayılır bir şairin mısralarıydı çünkü. O mısralar ve okuduğum bir haber birbiriyle çakışınca tam oldu.

Hangi mısralar mıydı bunlar? “Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir, onu en çolpa herifler de emin ol becerir, sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye, iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye, ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman, bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan”. Evet, bu mısralar zihnimde nasıl oldu da sabahtan beri bir guguk kuşu gibi ötmeye başladı, bilmiyorum. Ama bunun bir sebebi vardı, yıllar önce Üsküp içinde faaliyetten faaliyetlere koştururken, uğraştığımız işlerin içinden çıkmaya çalışırken, biri gelir bir düğüm atardı. Bizler yapmaya uğraşırken bir takım insanlar da bozmaya çalışırdı. Bazen sinirlenir, duygulanır, hüzünlenirdik. Yapmaya çalıştıklarımız buradaki gençlerin geleceği için çok önemli işlerdi oysaki, nasıl olur da birileri buna engel olmaya çalışırdı? Her yerde olduğu gibi bizde de yapan var yıkan vardı sonuçta. İşte tam da böyle duygular içinde olduğumda, “değer mi, değmez mi, ne için bunca fedakârlık” diye sorular ardı ardına saldırınca, tam pes edecekken Safahat’ı açar oradan birkaç şiir okurdum. Mehmet Akif Ersoy’un şiirleri bazen insanı uyandırmaya, cesaret vermeye yarayan birer şamar gibi oluyor. O zamandan kalan bir alışkanlık işte, daralınca, nefes alamayacak gibi olunca, otomatiğe bağlanmış gibi imdadıma yetişiyor Safahat.

Bu aralar nedense, yine zihnime saldıran şiirler oluyor, sonbahardan da olabilir elbette, ama özellikle yukarda andığım şiirin etkisi çok yüksek. Bunun üstüne üstelik, bugün okuduğum haber bana yeniden bu şiiri hatırlattı. Tam 24 yıl önce Mostar köprüsü bombalanmıştı diye bir haber. Bir medeniyet düşünün, gittiği her yere köprüler inşa eden, gittiği her yeri geliştiren, sömürmeyen, yıkmayan ama yapan. İşte tam bu medeniyetin torunları olarak, yıkılan her tarihi eser bize bir darbe gibi geliyor. Gözünün önünde bazen, bazen de uzakta bir yerde. Yıkılan sadece tarihi eserler mi peki, bazen bir zihni bile yıkmaya çalışanlar oluyor. Bazen bin bir fedakârlıkla üstlendiğin görevleri bir bıçak darbesiyle ortasından kesenler. Bizler bunlardan olmamalıyız, bizler yıkmanın yapmaktan çok daha kolay olduğunu biliriz ve kolayı değil zoru severiz.

Bazı eserler neden önemlidir biliyor musunuz, icra ettikleri görevlerden çok, bambaşka bir etkileri de vardır çevresinde yaşayan insanların üzerinde. Mostar Bosna’da evet, o köprü de sadece bir köprü. Üsküp’ün Taş Köprüsü de aynı görevi üstlenmiş durumda. İkisi de bağlıyor. Mostar Köprüsü, 1566 yılında Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafında inşa edilmiş. Şehrin Boşnak ve Hırvat kesimlerini birbirine bağlayan bir köprü. Hoşgörünün bir simgesi haline gelmiş zamanla. Altından Neretva ırmağı geçiyor. Üsküp’ün Taş Köprüsü de 1451 yılında yapılmaya başlanmış, bazı kaynaklara göre Mimar Sinan yapmış. Her iki köprünün arasında yüz yıllık fark var. Buradan bakınca çok geniş bir zaman dilimi yok. Ama 1912 ile günümüze kadar da neredeyse tam o tarihler kadar bir zaman dilimi var. Bu yüz yıl içerisinde birbirimizi tanımayacak kadar, birbirimizden uzaklaşacak kadar, savaşlarda boğulacak kadar, bütün köprüleri yıkacak kadar geniş bir zaman varmış gibi geliyor.

Medeniyet farkı budur, birileri yıkar, birileri yapar. Birileri bağlar, birileri kopartmak ister. Oysa sadece bir köprüdür arada kalan.

Bir de bazı camiler vardır, kimler ve kimler alnını secdeye sürmüştür diye düşündüren. 1436 yılında Üsküp’te inşa edilen Sultan Murad Camii mesela. Cami şehrin tam merkezindedir, her yerden görülür çünkü yüksek bir tepede konumlanmıştır. Sultan I. Murad, Kosova muharebesi sonunda savaş alanını gezerken şehit düşmüş ve naaşı gömülmek üzere yola çıktığında bir gece bu tepede konaklamıştır. Bu yüzden de onun anısına cami o tepede inşa edilmiştir. Etrafında külliye içerisinde medrese, imaret ve iki adet türbe yer alır. Bir de külliyenin dâhilinde olan “Üsküp Saat Kulesi” vardır. Tarih boyunca üç yangın, iki büyük deprem ve dört savaş geçirmesine rağmen hâlâ ayakta olan cami, Müslümanlara hizmet vermeye devam ediyor. Fatih Sultan Mehmet de İstanbul fethine hazırlandığı dönemde otağını bu tepede kurmuştu. Asırlar içinde, Üsküp Osmanlı hâkimiyeti altında olduğu sürece gelişmeye ve kimliğini korumaya devam etti. Rumeli bölgesinde olan şehirler arasında da bazı farklıkları vardı Üsküp’ün. Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu dönemde de Üsküp yenilikleri kolay kabul edemeyen bir şehirdi. Bu yüzden de Selanik ve Üsküp, şairin anne ve babasındaki karakter farklılıkları kadar farklıydı. Şair, hatıralarında Üsküp’le ilgili “Üsküp o kadar eski ve o kadar Türk’tü ki İstanbul’dan ve Selânik’ten gelen yeni kelimeleri, yeni eşyayı, hatta yeni şarkıları alafranga telâkki ederdi” demişti. Bu yüzden Üsküp’ün kopuşu da derinden etkilemişti.

Evet, her ne kadar yıkanlar olsa da her ne kadar şehrin özünü değiştirmek isteyenler olsa da bir yanı bu yüzden hep eski. Belki de bu yüzden bugün Üsküplüler aralarında konuşurken sıkça “Eski Üsküplüyüm” tabirini kullanıyor. Mesela bugün Üsküplü Türklere birileri zorla bir şey yaptırmaya kalksa zor başarılı olur, “biz böyle gördük, böyle biliriz” derler. Belki de bu yüzden bazı şeyler zaman geçse de hiç değişmiyor. Bu yüzden korkmuyoruz, çekinmiyoruz, hüzünlenmiyoruz, ye’se kapılmıyoruz, pes edecek gibi olsak da zihnimize şiirler konuyor bir sabah vakti. Üzülsek de ezanlar sarıyor dört bir tarafımızı, yıksalar da koparsalar da bizler burada varlığımızı sürdürmeye devam edeceğiz inşallah. Yalnız değiliz değil mi, siz yanımızdasınız değil mi?

Read Previous

Yunanistan ile Almanya arasında ‘yolcu’ krizi

Read Next

Başbakan Zaev Bulgar mevkidaşı ile Ustrumca’da görüştü

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *