Balkanların bitmeyen İvo Andriç kavgası

Son iki senedir Sırp seçkinleri İvo Andriç’in etrafında toplanıyor. Bu seçkinler Andriç’i hem savunuyor hem de onu Sırp halkının sesi olarak öne çıkarıyor. Andriç, Müslümanlar hakkında sık yazarak son derece gayriinsani bir ideolojinin temelini atmıştır. Andriç’e göre, Bosna “Sırp topraklarından bir bölgedir” ve Bosnalı Müslümanlar da “Güney Slav uluslar topluluğunun içinde rahatsız edici bir unsurdur”.

Kosova Cumhuriyeti’nin statüsünü belirlemek üzere gerçekleştirilen başarısız Belgrad ve Priştine müzakerelerinden sonra, Sırplarla Arnavutlar arasındaki gerginlik artmaya devam ediyor. Balkanların politik gerçekliği olan “bileşik kaplar sistemi” yüzünden bu gerginlik, Sırpların kendi aralarındaki ilişkiler de dahil olmak üzere, Sırplarla Boşnaklar, Boşnaklarla Hırvatlar, Sırplarla Hırvatlar ve Sırplarla Karadağlıların arasındaki ikili ilişkilere de olumsuz yansıyor. Örneğin her cumartesi akşamı Belgrad’da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç ve hükümetine karşı düzenlenen protestolarda, Vuçiç’in Yugoslavya’nın bu eski özerk bölgesini “sattığı” ve bu yüzden de Kosova’yı “Sırplığın efsanevi beşiği” olarak gören Sırp halkına “ihanet ettiği” propagandası yapılıyor. Protestocuların isteklerini tahlil ettiğimizde, bunların aslında tek bir talepte birleştiği anlaşılıyor: Kosova’yı bölmek. Fakat bunu zaten Vuçiç’in yapmış olduğu iddialarındaki gibi değil; meşhur romanıyla 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Sırp yazar İvo Andriç’in 1939 yılında öngördüğü şekilde bölmek.

1892’de Travnik’te doğup 1975’te Belgrad’da ölen İvo Andriç, gerçekten de müstesna tarzını şimdiye dek hiç kimsenin inkar etmediği ve istese de edemeyeceği Bosnalı bir yazardır. Fakat aynı zamanda onun da hiç bahsetmediği belirsiz kökeni, özünde edebiyat dışı bir mesele olmasına rağmen, Nobel Ödülü’nü aldığından beri, farklı milliyetçi edebiyat çevrelerinde tartışılıyor. Zira Andriç kendisini gençliğinde Hırvat, Nobel’i aldıktan sonra ise Sırp olarak tanımlamıştı. Hayatının büyük kısmını ise istikrarlı bir şekilde “Türkler” olarak adlandırdığı ve romanında, öykü ve denemelerinde sık sık bahsettiği Bosnalı Müslümanlarla Bosna’da geçirmişti.

Andriç, Müslümanlar hakkında bu kadar sık yazarak son derecede gayriinsani bir ideolojinin de temelini atmıştı. Bu ideolojiye göre Bosna “Sırp topraklarından bir bölgedir” ve Bosnalı Müslümanlar “Güney Slav uluslar topluluğunun içinde rahatsız edici bir unsurdur”. Zira Müslümanlar “yabani bir din” olan İslam’ı kabullenip onun yüzünden “saldırgan, sapık, psikopat ve şehvetperest” insanlar haline gelmişlerdir.

Otantik Boşnak Müslüman karakterlere ek olarak Andriç, Osmanlı dönemindeki Türklere dair geniş bir portre çalışması da ortaya koyar eserlerinde: Vezirler, paşalar, beyler, ağalar, kaymakamlar… Kibir, şehvet ve kana susamışlıkta hepsi birbiriyle yarışır.

Balkanlar’da (ve ötesinde) Müslüman nesilleri on yıllardır ciddi şekilde rencide eden ve İslamofobi ve Türkofobiyi Sırp, Hırvat, Karadağlı, Makedon ve hatta Arnavut nesiller arasında yayan iki motiften bahsedeceğiz şimdi. İlk motif Andriç’in en meşhur romanı Drina Köprüsü’nde geçiyor. Romanın üçüncü bölümünde Andriç, Radislav isminde bir Ortodoks köylüsünün (Osmanlı tarihinin en önemli sadrazamlarından Sokullu Mehmed Paşa’nın, doğduğu yer olan Bosna Hersek’e bir hayrat olmak üzere Vişegrad şehrinde Mimar Sinan’a yaptırdığı) Drina köprüsünün inşaatını sabote etmeye kalkıştığını, ancak başaramadan yakalandığını anlatıyor. Bu teşebbüsünden dolayı, Abidaga isimli bir “Türk” Radislav’a canlı olarak kazığa oturtulma cezası verir. (Hepsi Müslüman isimli) Boşnaklar ve çingeneler Cuma namazı sırasında cezayı infaz ederler: “Çarşıdaki baş camiden imamın yüksek sesle okuduğu ezan duyuldu… Kolları ve bacakları gerilmiş şekilde duran köylü acı içinde kıvranıyordu. Her çekiç vuruşunda omurgası katlanıyor, eğriliyor, fakat ipler çekilince yine geriliyordu… Bir-iki vuruştan sonra, delinen noktadan kazığın demir ucu görünmeğe başladı. Bu uç, kulağın hizasına gelinceye kadar bir-iki darbe daha vurdu. Adam artık kazığa tamamıyla geçmişti. Şişe geçirilen bir kuzu gibi. Yalnız sivri ucu ağzından değil, sırtından çıkıyordu…”

Andriç Travnik Günlüğü adlı diğer romanında, Fransız konsolosu Davil’in ağzından “Türklerin” şarkı söyleyişini anlatırken “sanki şarkı söylemekten daha çok köpek ulumasına benziyor… Bu olsa olsa bütün saflığını yitirmiş kuduz bir vahşi adam olabilir” der. Halbuki burada Boşnakların, son derece sofistike birer sevda türküsü olan meşhur “sevdalinkaları” söylemesinden bahsediyorlar. Kısacası, Andriç’in eserlerinde bu tarz alaycı motiflere çok sık rastlanabilir. Diğer taraftansa eserleri, ahlaki değerlere bağlı ve bilgelik sahibi güzel karakterler olarak gösterdiği Bosnalı rahiplerle doludur (Andriç’in kendisini tek ebeveyn olarak yetiştiren annesi, onu Boşnak rahiplerin manastırında büyütmüştür).

Komünist dönemde bu yazarın ideolojisini sorgulamak ve eleştirmek Boşnakların veya herhangi bir topluluğun aklından bile geçmedi; zira Andriç, resmi yazar olarak Yugoslav rejiminden azami destek görüyordu. İlk eleştiriyi Şukriya Kurtoviç yaptı (1890-1973). Fakat yine de Yugoslavya’da değil, İsviçre’de. 1960 yılında Bosanski Pogledi (Boşnak Bakışlar) isimli muhalefet gazetesinde, “Kardeşlik ve birlik kavramlarının ışığında İvo Andriç’in Drina Köprüsü ve Travnik Günlüğü adlı romanları” başlıklı uzunca bir deneme yayınladı. Kurtoviç’in temel tezi, Andriç’in edebiyatının, Yugoslav sosyalizminin resmi olarak savunduğu temel değer olan Yugoslav halklarının kardeşlik ve birliğinin aleyhine olduğu yönündeydi. Bununla birlikte, bir edebiyat alimi olmadığını kendisi de itiraf eden bu politikacı ve yayıncı, “İvo Andriç’in ideolojisini çözmeye” yönelik bir teşebbüse kalkışabilecek donanımda bir kimse değildi.

Böyle bir girişim ancak Yugoslavya dağıldıktan sonra, 1995 yılında gerçekleşti. En meşhur Boşnak edebiyat tarihçisi Dr. Muhsin Rizviç bunu Andriç’in Dünyasında Boşnak Müslümanlar isimli kitabında yaptı. Andriç’in ideolojisi, son derece gerçeklere dayanan ve tarafsız bir şekilde kaleme alınan bu çalışmayla nihayet sadece belgelenmekle kalmadı, aynı zamanda adeta darmadağın edildi.

Rizviç’e göre Andriç’in edebi eserleri, 1924 Yılında Graz’da savunduğu “Osmanlı hakimiyetinde Bosna’da manevi yaşamın gelişimi” isimli doktora tezinin phenotext [1] (üretilmiş/görünen metin) versiyonunu temsil ediyor. Lakin doktora tezinin genotexti [1] (üreten/derin metin) yazdığı romanlar ve öykülerde ortaya çıkıyor. Rizviç burada, 20. yüzyılın önde gelen Sırp edebiyat eleştirmenlerinden Zoran Konstantinoviç’in bir tespitini kullanmıştır. Bu tespit, Konstantinoviç’in 1982 yılında Sveskama Zadužbine Ive Andrića dergisinde bu teze dair yayınlanan bir değerlendirmede kullandığı şu ifadedir: “Bu tezde Andriç’in bir yazar olarak tasarladığı ve ifade ettiği her şeyin ilk teşekkülü keşfedilebilir”. Andriç’in tezinde -bu arada Andriç hayattayken bu tezinin yayınlamasına izin vermemiştir- İslam’ın Bosna’ya gelişiyle oradaki “kültürel ve manevi hayatın bütünüyle inkıtaa uğradığını”, İslam’ın “yabancı” ve “Asyalıların ateş ve kılıçla yayılan bir dini” olduğunu, Balkan topraklarında yaşayan ve İslam’ı kabullenen milletlerin -Boşnakların (tamamen) ve Arnavutların (kısmen)- aslında onu “baskı altında” ve “dünyevi ihtiyaçlar adına” kabullendiğini yazıyor.

Rizviç’in aslında en çok gücendiği konu şu: Andriç, yukarıda bahsettiğimiz iki romanını da (Drina Köprüsü ve Travnik Günlüğü), II. Dünya Savaşı sırasında Belgrad’da yazmıştır. O sırada Yugoslav Krallığı Ordusu’nun askerleri, Tito’nun partizanlarıyla birlikte, Drina ve Lima nehirlerinin kıyılarında ve köprülerinde dokuz binden fazla Boşnak kadını, ihtiyarı ve çocuğu katletmişti (bu katliamla ilgili her şey, çok sonraları Karadağlı tarihçi Vladimir Dediyer’in Müslümanlara Soykırım isimli kitabında belgelenmiştir).

Rizviç’in tezi şöyle: Andriç’in ideolojisinin takipçisi Sırp ve Karadağlı yazarların edebi eserleri sayesinde, bu iki Ortodoks milletin zihnindeki “Türk” kavramı, “Osmanlı döneminde Sırpların 500 yıl süren köleliği” ve “Türklerden intikam almanın şart olduğu” gibi düşüncelerle özdeş hale gelmiş (ve yine Rizviç’e göre Komünizm döneminde elli sene boyunca kimsenin asla bahsedemediği) bütün bu katliamları, Andriç romanlarında haklı göstermiştir.

Rizviç’ten sonra birçok Boşnak filozof, yazar ve eleştirmen Andriç’in ideolojisini kaleme aldı. Boşnaklara yapılan son soykırım esnasında, “Büyük Sırbistan” rejimi, Andriç’in 1920’den gelen Mektup başlığıyla kaleme aldığı öykünün İngilizce tercümesini Belgrad ve Pale’ye (yani Bosnalı Sırpların “başkentine”) gelen yabancı gazeteci ve diplomatlara dağıtıyor, ardından da bu öyküyü dramatize edip radyo ve televizyonda yayınlıyordu. Öyküde Bosna’nın bir “nefret ülkesi” olduğu ve Hristiyanlar ve Yahudilerin Bosna topraklarında Müslümanlarla birlikte yaşamasının mümkün olmadığı anlatılıyordu.

Son iki senedir Sırp seçkinleri İvo Andriç’in etrafında toplanıyor. Bu seçkinler Andriç’i hem savunuyor hem de onu Sırp halkının sesi olarak öne çıkarıyor. Bu doğrultuda, geçen sene Zoran Milutinoviç tarafından yazılan ve Belgrad’da yayımlanan Geçmiş İçin Savaş: İvo Andriç ve Boşnak Milliyetçiliği adlı kitap son Belgrad Kitap Fuarı’nda bir de ödül kazandı. Londra College University’de (UCL) Güney Slav edebiyatı ve modern edebiyat teorisi profesörü olan Milutinoviç, Londra’daki Avrupa Bilim Akademisi’nin üyesi ve BRILL’in yayınladığı Balkan Araştırmaları Kitaplığı’nın editörlerinden. Milutinoviç’in yukarıda bahsettiğimiz kitabı -eleştirmenlere göre- “Nobel Ödülü sahibi İvo Andriç’in edebi eserlerine yapılan ideolojik ve dinsel tacizleri değerlendiriyor”. Aslında bu eser, Andriç’in ideolojisini savunuyor ve o ideolojinin karşısında duran her Boşnak, Sırp veya Hırvat eleştirmene saldırıyor. Bu eserin ne kadar “bilimsel temelli” olduğunu şuradan anlayabiliriz: Milutinoviç, bu metnin yazarı da dâhil olmak üzere, Rizviç’in, Muhamed Filipoviç’in, Rusmir Mahmutçehayiç’in ve bütün Boşnak eleştirmenlerin “Humeyni’nin Selman Rüşdi hakkında verdiği fetvayla, Mısırlı Müslüman kardeşlerle, El-Kaide’yle, Nazizmle ve Faşizmle” bağlantılı olduğunu iddia ediyor; böylece, Andriç’in tasviriyle bir “nefret ülkesi” olan Bosna, “İslam teröristlerinin” ve “Müslüman faşistlerin” ülkesine dönüşüyor.

Milutinoviç “çalışmasının” son bölümünde ise Philadelphia’daki Bryn Mawr Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olan Türk yazar Azade Seyhan’ı ve Edebiyat alanında Nobel Ödülü sahibi olan Orhan Pamuk’u örnek olarak veriyor. Oysa her iki yazar da İvo Andriç’in eserlerine saygılarını ifade ediyor; Fakat bunu yaparken Andriç’in ne ideolojisine ne de edebi eğilimlerine bir atıfta bulunuyorlar, ne de eserlerinin Balkanlarda nasıl yorumlandığını değerlendiriyorlar.

1939 yılında Yugoslav Krallığı’nın isteği üzerine Andriç bir diplomat olarak “Kosova sorununun çözümü” adı altında bir proje hazırlamıştı. Bu projede Andriç, Arnavut milletinin (içindeki Müslüman nüfusun) Türkiye’ye göç etmesini ve Arnavutluk topraklarının Yugoslavya’yla İtalya arasında bölüştürülmesini çözüm olarak sunmaktaydı (bu durumda Kuzey Arnavutluk toprakları ve Draç limanı Sırbistan himayesine girecek ve böylece Sırbistan’a deniz kıyısı sağlayacaktı). Andriç şöyle yazıyor: “Arnavutluk’un bölünmesiyle Arnavutluk’taki Arbanaş (Arnavut köylüsü, çoban) azınlığa yönelik cazibe merkezi de ortadan kalkmış olur ve böylece daha kolay asimile olurlar. Neticede 200-300 bin Arbanaş kazanırız ama onların da çoğu Katolik, ki Katoliklerin Müslüman Arbanaşlarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Müslüman Arbanaşların Türkiye’ye tahliyesi de bu sefer tamamen yeni şartlarda yapılmış olacaktır; zira bu sefer bu hareketin önüne geçebilecek derecede büyük bir tepki de oluşmayacaktır!” [2]

[Bosna Hersek milli şairi olan Prof. Dr. Cemalettin Latiç halen Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır]

[1] Phenotext ve genotext Julia Kristeva’nın kullandığı göstergebilimsel kavramlardır. Kristeva phenotexti “iletişime hizmet eden dil”, genotexti ise “dilin altında yatan temel” olarak yorumlar.

[2] Sırbistan Arşivi, “Milan Stoyadinoviç fonu”, Koli No. 37.

 

Kaynak: Dünya Bülteni – Cemalettin Latiç

Read Previous

2018’de Bulgaristan’ın ihracatı 1,2 arttı

Read Next

‘Bulgaristan’da özel sektör yılda ortalama 10 bin kişilik yeni istihdam yaratmaktadır’

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *